Büyüklerimiz bize, çok güzel bir Samsun
anlatıyorlar... Geçmişte fuarların olduğu, eğlencelerin yaşandığı, “çekilişli,
kumpanyalı” bir kenti tasvir ediyorlar... Ellerinde çekirdek, yazın fuarda
çaylarını yudumladıkları anları ben de ucundan kıyısından hatırlıyorum biraz...
Mesela, bir kamyon kasasında onlarca eşya arasında çekilen piyangoları
anımsıyorum… Fuar'daki kocaman “Samsun 216” heykelini... Upuzun; ucunda dünya yada
topa benzer bir şey olan, ne olduğunu hala çözemediğim heykeli... Balık
ekmekçileri... Pamuk şekercileri… Simitçileri… El arabasıyla “turşu suyu”
satanları… Vesaire vesaire... Tabi
sahilin fuar haricindeki "mezbelelik" bölümlerini de unutmuyorum... Şimdiki
sahil muhteşem, tertemiz... İnsanlar gönül rahatlığıyla geziyor, dolaşıyor... Nefes
alıyor... Ancak, eskinin de özlemini duyuyor...
Bizleri birbirimize bağlayacak olan şeylerden uzak
kaldık... Fuarlar, kumpanyalar bu eksikliği gideriyordu eskiden... İnsanlar bir
araya geliyor, “komşusuyla, eşiyle, dostuyla, ailesiyle” zaman geçiriyordu... Şimdi,
twitırla, feysbukla, AVM'lerle “dost olduk”... Bizleri bir araya getirecek,
ortaklaştıracak şeylere ihtiyacımız var... Aynı zamanda da, kentteki havayı
değiştirecek, dışarıdan da insanların kente gelmesine ön ayak olacak işler
lazım bize…
Mesela, kitap fuarlarına... Mesela, film festivallerine... Mesela,
deniz festivallerine... Sayıları çoğaltmak mümkün... Düşünsenize, Samsun'a
Yaşar Kemal'in, İskender Pala'nın, Ahmet Ümit'in, Orhan Pamuk'un gelip de... Kitaplarını
imzaladığını... Vedat Türkali gibi, Ferhan Şensoy gibi Samsunlu yazarların,
yazın bu festivallerde boy gösterdiğini... Yada, Mehmet Aslantuğ, Ferdi
Akarnur, Orhan Gencebay gibi yine Samsunlu sanatçıların; düzenlenen bir film
festivalinde bir araya geldiğini... Malatya'nın bile "altın kayısısı"
var... Antalya'da "altın portakal" tartışılmaz bir gerçek... Bizim de
"altından" bir şey icat etmemiz çok da zor olmamalı... Karadeniz'in
başkentinde, sinemayı, tiyatroyu, kitabı çok konuşmuyoruz maalesef... Bu üç
sihirli sanatı; gençlerimizle buluşturamıyoruz... İşte o yüzden de, birbirimizi
“yeterince anlamıyoruz“... İleride de çocuklarımıza anlatacak bir şey
bırakamıyoruz... Bundan 20 yıl sonra; çocuklarımıza anlatacağımız tek hatıra;
kocaman kocaman binalarda, AVM'lerde yediğimiz "pizzalar", içtiğimiz
"kahveler", feysbuklar, tvitırlar olacak... Siz, bu duruma üzülmüyor
musunuz?
/Miraç ÖZTÜRK
15 Nisan 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder