Mesleği insan davranışları olanlar insanı
sınıflandırmayı sever. İlle de bir kategoriye girmeli ya da bir yerde
tanımlanmalıdır insan. Bu insanın kendiliğini keşfinden sonra önemli bir haslet
olup çıkmıştır. Her ne kadar bazı kusurları sayılsa, herkesi bir çerçevede
toplamak mümkün olmasa da şimdi de bir kategorilerime işine de biz girişelim.
Her sınıflama bir hatayı içerir düsturunu unutmadan…
İnsan kısım kısım… Kimi okur. Kimi yazar. Kimi
konuşur. Kimi yapar.
Okur insan; kitapların peşindedir. Okudukça
derinleşir. Detayların, estetiğin ve ruhun hasreti onda yeni okumalara neden
olur. Dünyasını okumaları ile şekillendirir. En nihayetinde okuduğundan
dünyaya, dünyadan okuduklarına ulaşır.
Kendine bir anlam yapar sayfaların arasından. Anlamında daralır, ya da anlamı
açar onu yeni dünyalara.
Yazan insan; sözün ötelere ulaşmasının ancak
yazıyla mümkün olduğu bilincini kavramıştır. Yazmak eyleminin derinliğine dair
bir inanç taşır. Bilir ki söz uçar yazı kalır. Her kalem darbesi, klavye
tıkırtısı ile eritir karanlığı. Kelimeleri seçerken bir dünya tercihinde
bulunur.
Konuşan insan; sözün büyüsüne kapılmıştır. Söz, ki;
başı eden yerinden, onun için eylemin merkezidir. Söz etmek, söze gelmek, söz
edilmek, sözünü esirgememek için yaşar. Sözde olmak, var olmak gibidir. Sözü
geçiyorsa eğer gücün başka bir delili aranmaz. Sözü edilmiyorsa heyhat… ne
hüzün, ne hüsran.
Yapan insan; bir hareket merkezidir. Eylemin
kalbini tavırlarında şekillenen davranışlarıyla bulur. Var olmak
davranışlarında gizlidir. Varlığı duruşunun gücüyle şekillenir. Kuru lafa, eyleme geçmeyen bilgiye,
rotatiflerde solgun metinlere aşina değildir. Kimi davet edecekse, eylemin
mekanında konuk eder. Var olma sancısına bir adım daha ileri giderek cevap
verir.
Peki hepsi bu kadar mı? İnsanın kısımlığı meselesi
bununla sınırlanamaz elbet. Bu hasletler birbirini içerse de çok az insanda her
biri aynı anda beceri alanında vaki olur.
Her bir yan bir diğerinin ya besleyicisi, ya da daraltıcısı olur.
Baktığınız yere, bakacağınız şeye göre ekleyebilir çıkarabilirsiniz. Bizim
baktığımız yerden bir beşinciyi ekleyecek olursak; bütünü dengede tutan insanı
konuşmak gerekir. Yani, yazan, konuşan, okuyan ve yapan insan…
Okumaları ile derinleşen, yazıları ile düşündüren,
sözü ile davet eden, eylemi ile örnek teşkil eden insan… Şöyle bir
bakındığınızda etrafta çok olmadıklarını görürsünüz. Daha geçenlerde internet
mahfillerinde okuduğum bir soru var. “O söylediğinde doğrudur diyeceğiniz kaç
insanımız var?” diye. Sahi kaç kişimiz var, sözüne hareket edeceğimiz,
davranışına sözümüzü katacağımız, yazdığını gönlümüzce okuyacağımız, okuduğuna
gıpta duyacağımız…
Tüm bunları değerli hocam Sn. Dursun Ali Tökel
beyefendinin artık bu sitede yazmama kararından sonra yazdım. Bu sitenin genel
yayın yönetmeni Recep Yazgan beyefendi her ne kadar uzun zamandır ısrar etse de
bendeki yazma arzusu hocanın yazmama kararından sonra daha bir nüksetti.
Evvela haddimizi bilerek başlamak lazım. Hocanın
yazmama kararını tartışmak, sözüne söz etmek gibi bir niyetimiz yoktur.
Yazmadığında okurda doğacak boşluğun telafisi bizim kırık kalemimizle hiç
mümkün değil. Fakat yazılarının müdavimi bir okur olarak onun yazma kararından
caydıran sebeplere bir çift laf etme hakkımız bulunmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Dursun Ali hoca Twitter da
“İnsanlar otururlar, konuşurlar, çekişirler; ölümlerinden sonra kıymetlerini
ahuvahla anacakları insanların ölmelerini beklerler.” deyince ben nihai
kararımı verdim, karınca kararınca, elimden geldiğince yazacaktım. Ve en
nihayetinde huzurunuzdayım.
Dedim ya, hocanın kalemi susunca daha bir depreşti
yazma arzum. Hoca kuru bir yazıcı olmanın ötesinde bir eylem adamı olmaklığını
yazmadığında da göstermiş oldu. Bazı yazarların yazması bir mühim olduğu gibi
yazmaması da mühimdir.
Hoca artık bu sitede yazmıyor. Bu yazmama eylemini
yazı ile ifşa etmekten dahi geri duracak kadar küskündür, ve dahi kızgındır.
Aynı mecraları kullanıp, benzer itikadi yönelişlere
tanık olduğu yazarların duruşu nedeniyle bir tavır göstermektedir. Örtük
biçimde ilerleyen, aslında gerçeği kavradığınızda tüm değerlerinize bir siyasi
hırs nedeniyle olduğunuz keşfedeceğiniz öfke savuran yazılar nedeniyle
yazmamaktadır.
Bir alt satır bir üst satır farketmez. Okurunun
düşünce boyutuna hakaret eden, anlamları bir körleşmeden öteye geçemeyen
yazarlar nedeniyle kendini cephe gerisine çekmiştir. Bir hafta boyunca
sancısıyla kıvrandığı metinlerin karşılığını bulaşık suyu mesabesinde sunulan,
sözde karşı fikirler nedeniyle küsmüştür. Oysa biliyorum ki asıl içinin yanması
(ki; bu sızıyı vicdan taşıyan herkes yaşamaktadır) karşı karşıya olduğumuz bu
insaf savrulmaları nedeniyledir. Bir Müslümanın yüreğine dokunduğunda acısını
duyacağı gıybet-iftira karşısında, kendisini hırslarından yana
konumlayanlardan, büyük düşlerin küçük siyasalarıyla başarı umanlardan uzak
tutmaktadır.
Bir diğer kırılma, genel yayın yönetmenleri,
editörler, site sahipleri mecrasındandır. Çoğulculuk adına vazgeçtikleri
kalitenin, esteğin bedelini henüz ödememiş Anadolu basını henüz
gerçekleştiremediği estetik devriminin bedelini ancak okur vicdanlarında
ödemektedir. Bu bedelin henüz maddiyat bahsinde esamesi okunmamaktadır. Şahsen biliyorum, hocanın üzerinde ısrarla
durduğu, italik bölümler, satır dizaynları, kalın puntolar, editörler açısından
görsel kalem cambazlığından ibarettir, anlam içermez.
Kendilerinin devlet dizaynındaki okullarda
öğrencileri olmadığım ama rahle-i tedrislerinde lisans öğrenciliğimden bu yana
ilk mektebi aşamamış, sınıf tekrarlarıyla okulu uzatan talebeleri olduğum,
Şaban Sağlık, Şahin Köktürk, Dursun Ali Tökel üçlüsünün sonuncusu değerli
hocam. Uzak durmak iyidir esasında. Malum; her temas bir iz bırakır. Aynı
mecrada olmak çoğu zaman benzeştirir sizi. Tanınmaz hale geliversiniz ansızın.
Oysa düşüncenin, yazının mecrası kendini bulur. Okuyan, yazan, konuşan ve yapan
bir eylem adamı olarak kalbinizi korumak vicdanınızı rahatlatmak adına okuru
öksüz bırakmamak lazımdır.
Söylediklerinize “O söylüyorsa” gözüyle baktığımız
sayın hocam. Kaç kez yazılarınızı paylaştım. Kaç kez tavsiye edip, derslerimde
konu ettim. Mesela; “Menkıbelerle dersi
süslerdik, ama menkıbelerle hakikat inşasına kalkmazdık!”, “Hazzını bütün
erdemlerin ötesinde gören insan, kendi çıkarlarına dokunulduğunda nasıl da
hayvanlaşır!”, “Duygularımızın esiri olursak, duygumuzun oyuncağı oluruz,
onları kontrol edersek şerlerinden emin oluruz, amma eğer onları transfer
edersek o zaman onların efendisi oluruz.” Her biri ayrı bir derinlik taşıyan
estetikle bütünleşmiş yazılar. Şimdi okura eski metinleri dönüp dönüp okumak mı
düşecektir.?
Sayın hocam, bütün editörlere, gücünü ancak kirli
siyah boyalardan alan teknik adamlara, paragöz medya sahiplerine, emelleri
müphem gölgeler içeren yazarlara rağmen bir kalem cephesi de ben açıyorum
ardınızdan. “İnanıyorsan önce yap, sonra açıklarsın” demiş çünkü birisi.
/Cem GENÇOĞLU
30 Nisan 2014
http://www.akasyam.com/kose-yazisi/875/dursun-ali-tokel-neden-yazmiyor.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder