Bugün sahte Atatürkçülük prim
yapmadığı için, Atatürk’ü anlama ve anlatmanın zamanıdır. Mustafa Kemal Atatürk
önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Türk milleti batının gözündeki ‘hasta
adamlıktan’ çıkmış, bağımsızlığını ilan etmiş ve tüm dünyaya kabul ettirmiştir.
Batının ‘hasta adam’ olarak
tanımladığı; kendisini tehlikede hissettiği halde gerekli önlemleri alamayan,
travma yaşayan Osmanlı Devleti’nin küllerinden meydana getirilen yeni Türkiye
Cumhuriyeti, Kurutuluş Savaşı öncesinin aksine iç ve dış düşmanlarına travma
yaşattı. Konrad Adenauer Vakfı Türkiye danışmanı, Almanya'nın Paris Büyükelçiliği’nde
askeri ataşelik yapan Udo Steinbach, ‘Türkiye yapaydır, Atatürk, tek başına bir
devlet yaratmıştır’ diyerek bu travmayı vurgulamıştır.
Her yeni hareket ve yeni düşüncenin,
eski alışkanlıklardan kurtulana kadar bir takım zorlukları da beraberinde getirdiği
doğrudur. Atatürk dilde de dinde de bir değişiklik yapmamış; dilin de dinin de
doğru anlaşılmasını sağlamıştır. Osmanlı Arapça biliyordu da Atatürk mü
unutturmuş? Halkın okuma yazma bilen
yüzde beşi (%5’i) de Arap harfleriyle Türkçe okuyup yazıyordu. Bu Arapça veya
Osmanlıca bilmek demek değildir. Arap, Latin, Kiril, Çin, Japon alfabesini
öğrenmek en fazla bir haftalık bir iştir. Fakat bir dilin alfabesini bilmek, o
dili bilmek değildir. Osmanlı’nın bildiği Arapça değil; Arap alfabesiydi.
Eski Türk alfabesi de olduğu iddia edilen
Latin alfabesine geçiş, milletin hızla okuma yazmayı öğrenmesini sağlamıştır.
Bilgilerinin silindiğini iddia etmek az önce açıkladığım gibi doğru değildir. Atatürk,
zamanın önemli İslam alimlerinden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a Kuran’ı
Kerim’i tercüme ettirmiş, Kuran’ın aracısız; mürşidi kamilsiz anlaşılmasını,
herkesin bizzat kendisinin Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenmesini, sağlamış, Kuran’ın da İslam’ın da istismarını
engellemeye çalışmıştır.
Emirlerine itaat edilmesi gereken
Ulü’l Emr’in İslam dışı istek ve arzularını İslam’ın emriymiş gibi göstermeleri
engellenmiş. Yeni reformlarla kula değil; Allah (cc)’a kulluk edileceği,
Kuran’ı Kerim’in tercümesiyle, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan isteklerin
Ulü’Emr olmayacağı ve uyulmaması gerektiği kısmen de olsa anlaşılmıştır.
Müslümanlardan ve Müslümanlıktan
geçinen din tüccarlarının ipliği pazara çıkarıldığı için, onlar Atatürk
düşmanlığını bitmek, tükenmek bilmeyen kan davası gibi sürdürmüşlerdir. Hatta
ikinci meclis için, Türkiye’de doğmayan ve aynı ilde 5 yıl ikamet etmeyenlerin
milletvekili olamayacağına dair yasa önerisi hazırlayarak Atatürk’ün
milletvekili olmasını engellemeye çalışmışlardır. Atatürk, ‘Ben bir ilde 5 yıl
ikamete zorlansaydım, bugün bu öneriyi veren vekillerin ikamet ettiği şehirler
Türkiye’nin dışında kalabilirdi’ mealinde bir konuşmayla önergenin reddini
sağlamıştır.
Atatürk’ü Atatürk düşmanları
öldürememişken, Atatürk’ün fikirlerini Atatürkçü geçinenler öldürmüştür. Atatürk,
‘benim naçiz vücudum toprak olacaktır’ demesine rağmen, Atatürk’ten,
Atatürkçülükten ve Atatürkçülerden geçinenler, Atatürk’ün sözlerine değil;
gözlerine bakmışlar, fikirlerini değil; heykellerini yaşatmaya çalışmışlar. Bir
fikir için en büyük tehlike o fikrin yanlış temsil edilmesidir ki sözde
Atatürkçüler bunu yapmış, Atatürk’ü yasayla korunur hale getirmişlerdir. Bugün
sahte Atatürkçülük prim yapmadığı için, Atatürk’ü anlama ve anlatmanın tam
zamanıdır.
/Mehmet
AKSOY
10 Kasım 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder