Komşuluğun en güzel yaşandığı yılları
yaşıyorduk. O günün komşuluk ilişkilerini yaşadığımız için çok şanslıydık.
Şimdi ellili yaşımı sürsem de belki o tadı alırım diye hala kabuklu yer fıstığı
yeme alışkanlığım sürüyor. Çocukluğumun ilk günleri, Bafra`nın Büyükcami
Mahallesinde geçmişti. Her zamanki gibi sokağımızda komşularımızın çocuklarıyla
oynuyorduk. O zamanlar sokaklarda otomobil yoktu. Sadece kamyon, cip, traktör
ve motosiklet gibi motorlu araçlar vardı. Onlarında çoğu ulaşımda
kullanıldığından ortalıkta pek görünmezlerdi. Anneler çocukları sokakta
oynarken hiç korkmazlardı. Harçlıkların çok mütevazı olduğu yıllardı. Küçücük
harçlığımızla, mahalle bakkalından aldığımız iki finger bisküvinin arasına
lokum koyar afiyetle yerdik, ya da açıkta satılsa da balık, horoz veya çubuk
şeklinde satılan şekerlemeler alırdık.
Mahallemizdeki çocukların birbirinden
hiç farkları yoktu. Zengin ve fakir kavramlarının hiç kullanılmadığı yıllarda
yaşıyorduk. Her aile reisi evine sadece günlük ihtiyaçların karşılanabileceği
para bırakır işine giderdi. Zaten çok para bıraksalar da o parayla alınacak çok
şey yoktu. Evimizin ekmeğini almaya ben gidiyordum. Aldığım ekmek sayısı
yıllarca hiç değişmedi 6 ekmek alıyordum. 80 kuruştan 4 lira 80 kuruş
tutuyordu. Artan 20 kuruşla da her zaman yaptığım gibi Kolbaşı Bakkaliyesinden
kavanozun içinde muhafaza edilen şekerlerden alıyordum. Çocukluk döneminde işe
yaradığım tek konu ekmek almaktı. Görevim bitince tekrar arkadaşlarımızla oyuna
dalıyordum.
Evimiz iki katlı eski bir yapıydı. Tüm
evler birbirine benziyordu. Tek farkları kiminin ahşap kiminin tuğladan
yapılmasıydı. Apartmanın ne olduğunu yıllar sonra duyacaktık. Yine sokağımızda
oynarken burnumuza mis gibi kokular gelmişti. Evimizin hemen yanı başımızdaki
ahşap evden gelen koku iştahımızı kabartsa da kaynağının ne olduğunu ben
bilemiyordum. Az sonra o evin kapısı açıldığında esmer kıvırcık saçlı, bir
kadın çok hoş bir ses tonuyla “çocuklar buraya gelin” diye seslenmiş,
biz de hemen oraya yönelmiştik.
“Avuçlarınızı açın bakayım” dediğinde
çoktan hazır ol
vaziyetinde küçücük avuçlarımızı
açmıştık
bile. O güne kadar hiç görmediğim
bir yiyecekti, sımsıcaklardı.
Arkadaşlardan biri “bunlar ne” diye sormuştu.
“Kabuklu yer fıstığı evladım. Kabuklarını ayıklayın içini yiyin afiyet olsun”
dediğinde hemen birkaç tanesini yemiştik
bile. Ne kadar lezzetli bir şeydi...
Sonraki günlerde de o evden güzel
kokular hiç eksik olmadı. O melek yüzlü kadının adı benim o ana kadar hiç
duymadığım bir isimdi. Çocuklarının isimleri de değişikti. Bizim alışık
olduğumuz isimler Ayşe, Fatma, Emine gibi isimlerdi ve bu isimler oldukça da
yaygındı. Ama onların isimlerini başka hiç bir yerde duymuyorduk.
Mayranuş Teyzenin adı artık bana garip
gelmiyordu. Zaten onu mahallenin tüm çocukları bende çok sevmiştim. Artık
komşumuz olan aileyi de yavaş yavaş tanımaya başlıyordum. Yaşıtım çocukları
İlda ileride ilkokul arkadaşım olacaktı. Kardeşi Jan ise bizden küçük olmasına
rağmen oyun arkadaşlarımızdan biriydi. Komşumuzun evinde iki kardeş, eşleri ve
çocukları kalıyordu Mayranuş Teyzenin eltisi Mayram Teyzeyi de tanımış, onu da
çok sevmiştim. O da çok sevecen temiz kalpli biriydi. Onun da bizden birkaç yaş
büyük oğlu Arman ve büyük ablamla yaşıt kızı Silva vardı.
Artık babaannem ve annemin en çok
sevdiği komşuların başında geliyorlardı. Her gün burnumuza gelen güzel
kokuların nedenini de öğrenmiştik... Bafra`nın
İtalyan tarzında yapılmış tek sineması olan Kibaroğlu Sinemasının büfesini
eşleri işletiyordu. O yıllarda 8 yaşını doldurmamış çocuklar sinemaya
alınmadığından o büfeyi görmem bir iki yılımı daha alacaktı. Sinemada satılan
pasta, kuruyemiş gibi şeyler evde hazırlanıyordu. Yer fıstıkları fırında
kavruluyor pandispanyalar elde açılıyordu. O güzelim yiyecekleri sinema
seyircisinden önce biz çocuklar tadıyorduk.
Komşuluğun en güzel yaşandığı yılları
yaşıyorduk. O günün komşuluk ilişkilerini yaşadığımız için çok şanslıydık.
Şimdi ellili yaşımı sürsem de belki o tadı alırım diye hala kabuklu yer fıstığı
yeme alışkanlığım sürüyor. Ama nerde... Ne
fıstık eski fıstık, ne komşular eski komşu. O komşularımız şimdi İstanbul`da
yaşıyorlar. Tam 35 yıl sonra İlda iş için annesi Mayranuş Teyzeyle Samsun`a
geldiğinde bir günlüğüne de olsa çocukluğuma dönmüştüm.
Cahit Sıtkı Tarancı “ne güzel dönüyor
demir çemberim hiç bitmese horoz şekerim” dizesini
belki de böyle yaşanan çocukluklar
için yazmıştı.
/Recep
Yılmaz
30.09.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder