“Söz uçar, yazı kalır” diye çok kullanılan bir
deyim vardır. Yazılar geçmişe ışık tutar ve bazı yazılar, sonra ki yıllarda çok
daha anlam kazanır. Ben de bugün, üç
buçuk yıl önce bu köşede yayınlanan ve takip eden dostlarımın çok iyi
hatırlayacakları bir köşe yazımı sizlerle yeniden paylaşmak istiyorum.
Son dönemde giderek artan ve ancak dikta
rejimlerinde görülebilecek dayatmalar, ülkemiz ve demokrasimiz adına üzücü ve
endişe verecek boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Ülke yönetimini on iki yıldır
elinde bulunduran iktidarın en önemli bakanlarının adlarının da içinde olduğu
yöneticilerinin adı, hiçbir dönemde yaşanmamış biçimde yolsuzluklarla
anılmaktadır. Birileri yıllardır sürekli bu kötü gidişe dikkat çekerken,
kendilerini de aydın olarak tanımlayan bazı gazeteci, bilim adamı, işadamı,
sanatçı ve sivil toplum kuruluşu yöneticisi iktidarı alkışlıyordu. Bazıları
ise, yapılan bazı iyileştirmeleri “Daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük”
gibi cafcaflı söylemler ve köşe yazıları ile desteklerini yandaşlık seviyesine
taşıyordu.
Kendisini aydın diye tanımlayan bu kesim, 12 Eylül
2010 Anayasa Reformu’nda “EVET “ oyu
kullanılması için çaba harcıyor ve sonucun, % 50’ den biraz fazla çıkmasını
dahi beğenmeyerek, “Yetmez ama evet” diye alkışlıyordu. Bundan dört yıl, 12 Eylül 2010 Anayasa
Referandum ’undan iki ay önce kaleme aldığım ve bugünlerde çok daha iyi
anlaşılacak o günkü köşe yazımı, aşağıda sizlerle paylaşıyorum.
Gerçek Aydınların Yarın,
“Eyvah Yanılmışız” Deme Hakkı Olamaz.
18 Temmuz 2010
Günümüz Türkiye’sin de öylesine olaylara tanık
oluyoruz ki, en sakin insanımızı dahi isyan ettiriyor. Mustafa Kemal Atatürk ve
silah arkadaşları tarafından yüz binlerce şehit kanı ile sulanarak
işgalcilerden temizlenen son vatan toprağı üzerinde kurulan Laik ve Çağdaş
Türkiye Cumhuriyeti, bugün iç ve dış güçlerin açık saldırı alanı haline gelmiş
bulunuyor. Özellikle de bir takım köşe yazarları, bazı bilim adamları, hatta
kendini aydın ilan eden bir takım sanatçı ve sivil toplum kuruluşu yöneticileri
bu işin müteahhitliğine soyunmuş bulunuyor.
Bazılarına göre ihanet seviyesine ulaşan bu
söylemler, mütareke dönemlerinde yaşananları hatırlatıyor. Büyük Önder Mustafa
Kemal, Türk Gençlerine seslendiği “Gençliğe Hitabesin de”, büyük bir öngörü ile
adeta o günlerden bugünleri görerek tarihi bir uyarıda bulunmuştur. Üzülerek
söylemek gerekirse, Mustafa Kemal Atatürk’ün o hitabe de söyledikleri bugün
birebir yaşanıyor.
Ne yazık ki, bu ihanetin içerisinde olanlar,
kendilerini aydın olarak tanımlıyor ve ülkemizin parçalanmasına çanak
tutuyorlar. Dillerinden düşürmedikleri en büyük silahları ise, bunu daha çok
demokrasi ve daha çok özgürlük adına yaptıkları iddiasında olmalarıdır. Bu
nasıl aydın anlayışıdır? Anlamak mümkün değil. Oysa dünya literatürleri aydın
tanımlamasını bakın nasıl yapıyor? Bu
tanımlamanın bizim sözde aydınlara ne kadar uyduğunun yorumunu sizlere
bırakarak, gerçek aydın nasıl olurmuş bir inceleyelim.
Aydın düşünür.
Aydın okur ve araştırır.
Aydın irdeler ve sorgular.
Aydın yazar, çizer ve konuşur. Hem de korkmadan.
Onun kitabında korkuya yer yoktur.
Aydın dinler, yorumlar, doğrulara sonuna kadar
destek verir.
Aydın yanlışa direnir, gerekirse tavır koyar ama
yanlışa asla boyun eğmez.
Aydının hedefinde çağdaşlık vardır. Geriye dönüp
bakmaz.
Aydın ilkelidir. İlkelerinden ödün de vermez.
Aydın, “değişimden” Dönüşümü anlamaz. Zaten onun
ilkeleri içersinde dönüşümün yeri de yoktur.
Aydın, “Dönüştüm” diyerek yamulup değişemez.
Aydın, günlük çıkarlar peşinde koşmaz. Kişisel
beklentilere bağlı dostlukları da önemsemez. Onların dostluklarının temelinde sevgi ve güven
vardır.
Aydın, toplumsal olaylara uzak kalmaz, kalamaz.
Çünkü topluma hizmet, onun ilkesidir.
Aydın, ülkesini sever. Demokratlık ve değişim
hikâyelerine kanarak ülkesini kuranlara, ülkesine emeği geçmiş kişi, kurum ve
kuruluşlara vurmaz. İhaneti aklından dahi geçirmez.
Aydın, aynı düşüncede ki insanları terk etmez.
Aydın, bazı kişisel dostluklar uğruna yanlışı
görmezden gelmez.
Şöyle geçmişimize dönüp bakarsak, dünyanın en büyük
imparatorluklarından birisini kuran Osmanlı Saltanatını çökerten en büyük
etkenlerden birisinin, o dönemlerde adeta kurumsallaşmış olan, “Dalkavuklar”
olduğunu görürüz. Günümüzün modasına uyan dalkavukluk kurumu da, değişime
uğrayarak kapsamını genişletmiş ve “Yalakalık” düzeyine ulaşarak, “Yandaş”
adını almıştır.
Kendisini aydın ilan edenlerin bir kısmının, daha
çok demokrasi adı altında, ülkemizin parçalanmasına destek verecek kadar işin
ucunu kaçırdığını ibretle izliyoruz. Bu yapılan düpedüz yalakalıktır. Bunun bir
diğer yorumlaması ise, aymazlıktır. Yukarıda ki ilkelere uymayanlara da olsa,
olsa aydın değil, “Tatlı Su Aydını” denir. Yazımı, gerçek aydının tanımını ve
görevlerini anlatmak için adeta bugünleri görerek gençlere seslenen Büyük Önder
Mustafa Kemal Atatürk’ün, ünlü “GENÇLİĞE HİTABESİ” İle sonlandırıyorum.
EY TÜRK GENÇLİĞİ!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk
Cumhuriyetini, sonsuza kadar muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve
istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.
Gelecekte dahi, seni bu hazineden mahrum etmek
isteyecek dâhilî ve haricî düşmanların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa
mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin
imkân ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şartlar, çok olumsuz bir
şekilde ortaya çıkabilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün
dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile
ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş,
bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş
olabilir.
Bütün bu şartlardan daha elim ve daha vahim olmak
üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta
hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî çıkarlarını,
düşmanların siyasi emelleri ile birleştirebilirler. Millet, açlık ve sefalet
içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ortam ve
şartlar içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret damarlarında ki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal
ATATÜRK
Tarihi boyunca bu tür çok sayıda ihaneti yaşayan ve
atlatan ulusumuz umuyorum ki, bu dönemi de atlatacaktır. İyi haftalar..
---
Evet, dört yıl önce bunları yazmışım. Son üç ayda
yaşananların henüz ortaya çıkmadığı günlerdir, o günler. Şimdi dönüp günümüze
bakıyorum. Son üç ayda yaşanan yolsuzlukların ve yargı ile emniyete olan
güvenin yerle bir olmasına neden olan ve “Devlet içerisinde paralel devlet”
denen gücün oluşmasının temelinde de, o sözünü ettiğim aydınların “Yetmez ama
Evet” yanılgısı yatıyordu.
O dönem de iktidara destek yazılarını yazanların
bir kısmının, bu gün yaptıkları yanlışın farkına vararak taraf değiştirmelerini
de, onlar adına “GEÇ AMA EVET” Diyerek, üzüntü ile izliyorum. Umuyorum ülkemiz
ve demokrasimiz çok daha fazla zarar görmeden, bu sıkıntılı dönemi atlatırız.
Güzellikler dolu bir hafta dileğiyle..
/Sadi SUBAŞI
10 Mart 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder