10 Mart 2014 Pazartesi

Ülkemizin Bugün Kü Duruma Gelişinde Ki Aydın Sorumluluğu

“Söz uçar, yazı kalır” diye çok kullanılan bir deyim vardır. Yazılar geçmişe ışık tutar ve bazı yazılar, sonra ki yıllarda çok daha anlam kazanır.  Ben de bugün, üç buçuk yıl önce bu köşede yayınlanan ve takip eden dostlarımın çok iyi hatırlayacakları bir köşe yazımı sizlerle yeniden paylaşmak istiyorum.

Son dönemde giderek artan ve ancak dikta rejimlerinde görülebilecek dayatmalar, ülkemiz ve demokrasimiz adına üzücü ve endişe verecek boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Ülke yönetimini on iki yıldır elinde bulunduran iktidarın en önemli bakanlarının adlarının da içinde olduğu yöneticilerinin adı, hiçbir dönemde yaşanmamış biçimde yolsuzluklarla anılmaktadır. Birileri yıllardır sürekli bu kötü gidişe dikkat çekerken, kendilerini de aydın olarak tanımlayan bazı gazeteci, bilim adamı, işadamı, sanatçı ve sivil toplum kuruluşu yöneticisi iktidarı alkışlıyordu. Bazıları ise, yapılan bazı iyileştirmeleri “Daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük” gibi cafcaflı söylemler ve köşe yazıları ile desteklerini yandaşlık seviyesine taşıyordu.

Kendisini aydın diye tanımlayan bu kesim, 12 Eylül 2010 Anayasa Reformu’nda  “EVET “ oyu kullanılması için çaba harcıyor ve sonucun, % 50’ den biraz fazla çıkmasını dahi beğenmeyerek, “Yetmez ama evet” diye alkışlıyordu.  Bundan dört yıl, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandum ’undan iki ay önce kaleme aldığım ve bugünlerde çok daha iyi anlaşılacak o günkü köşe yazımı, aşağıda sizlerle paylaşıyorum.  

 
Gerçek Aydınların Yarın, “Eyvah Yanılmışız”  Deme Hakkı Olamaz.
18 Temmuz 2010

                                                                                                 
Günümüz Türkiye’sin de öylesine olaylara tanık oluyoruz ki, en sakin insanımızı dahi isyan ettiriyor. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından yüz binlerce şehit kanı ile sulanarak işgalcilerden temizlenen son vatan toprağı üzerinde kurulan Laik ve Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti, bugün iç ve dış güçlerin açık saldırı alanı haline gelmiş bulunuyor. Özellikle de bir takım köşe yazarları, bazı bilim adamları, hatta kendini aydın ilan eden bir takım sanatçı ve sivil toplum kuruluşu yöneticileri bu işin müteahhitliğine soyunmuş bulunuyor.

Bazılarına göre ihanet seviyesine ulaşan bu söylemler, mütareke dönemlerinde yaşananları hatırlatıyor. Büyük Önder Mustafa Kemal, Türk Gençlerine seslendiği “Gençliğe Hitabesin de”, büyük bir öngörü ile adeta o günlerden bugünleri görerek tarihi bir uyarıda bulunmuştur. Üzülerek söylemek gerekirse, Mustafa Kemal Atatürk’ün o hitabe de söyledikleri bugün birebir yaşanıyor.

Ne yazık ki, bu ihanetin içerisinde olanlar, kendilerini aydın olarak tanımlıyor ve ülkemizin parçalanmasına çanak tutuyorlar. Dillerinden düşürmedikleri en büyük silahları ise, bunu daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük adına yaptıkları iddiasında olmalarıdır. Bu nasıl aydın anlayışıdır? Anlamak mümkün değil. Oysa dünya literatürleri aydın tanımlamasını bakın nasıl yapıyor?  Bu tanımlamanın bizim sözde aydınlara ne kadar uyduğunun yorumunu sizlere bırakarak, gerçek aydın nasıl olurmuş bir inceleyelim.

Aydın düşünür.
Aydın okur ve araştırır.
Aydın irdeler ve sorgular.
Aydın yazar, çizer ve konuşur. Hem de korkmadan. Onun kitabında korkuya yer yoktur.
Aydın dinler, yorumlar, doğrulara sonuna kadar destek verir.
Aydın yanlışa direnir, gerekirse tavır koyar ama yanlışa asla boyun eğmez.
Aydının hedefinde çağdaşlık vardır. Geriye dönüp bakmaz.
Aydın ilkelidir. İlkelerinden ödün de vermez.
Aydın, “değişimden” Dönüşümü anlamaz. Zaten onun ilkeleri içersinde dönüşümün yeri de yoktur.
Aydın, “Dönüştüm” diyerek yamulup değişemez.
Aydın, günlük çıkarlar peşinde koşmaz. Kişisel beklentilere bağlı dostlukları da önemsemez. Onların    dostluklarının temelinde sevgi ve güven vardır.
Aydın, toplumsal olaylara uzak kalmaz, kalamaz. Çünkü topluma hizmet, onun ilkesidir.
Aydın, ülkesini sever. Demokratlık ve değişim hikâyelerine kanarak ülkesini kuranlara, ülkesine emeği geçmiş kişi, kurum ve kuruluşlara vurmaz. İhaneti aklından dahi geçirmez.
Aydın, aynı düşüncede ki insanları terk etmez.
Aydın, bazı kişisel dostluklar uğruna yanlışı görmezden gelmez.

Şöyle geçmişimize dönüp bakarsak, dünyanın en büyük imparatorluklarından birisini kuran Osmanlı Saltanatını çökerten en büyük etkenlerden birisinin, o dönemlerde adeta kurumsallaşmış olan, “Dalkavuklar” olduğunu görürüz. Günümüzün modasına uyan dalkavukluk kurumu da, değişime uğrayarak kapsamını genişletmiş ve “Yalakalık” düzeyine ulaşarak, “Yandaş” adını almıştır.
  
Kendisini aydın ilan edenlerin bir kısmının, daha çok demokrasi adı altında, ülkemizin parçalanmasına destek verecek kadar işin ucunu kaçırdığını ibretle izliyoruz. Bu yapılan düpedüz yalakalıktır. Bunun bir diğer yorumlaması ise, aymazlıktır. Yukarıda ki ilkelere uymayanlara da olsa, olsa aydın değil, “Tatlı Su Aydını” denir. Yazımı, gerçek aydının tanımını ve görevlerini anlatmak için adeta bugünleri görerek gençlere seslenen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, ünlü “GENÇLİĞE HİTABESİ” İle sonlandırıyorum.

                        EY TÜRK GENÇLİĞİ!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, sonsuza kadar muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.

Gelecekte dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî düşmanların olacaktır.   Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şartlar, çok olumsuz bir şekilde ortaya çıkabilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şartlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî çıkarlarını, düşmanların siyasi emelleri ile birleştirebilirler. Millet, açlık ve sefalet içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ortam ve şartlar içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret damarlarında ki asil kanda mevcuttur.

Mustafa Kemal ATATÜRK
  
Tarihi boyunca bu tür çok sayıda ihaneti yaşayan ve atlatan ulusumuz umuyorum ki, bu dönemi de atlatacaktır. İyi haftalar..
---                                        

Evet, dört yıl önce bunları yazmışım. Son üç ayda yaşananların henüz ortaya çıkmadığı günlerdir, o günler. Şimdi dönüp günümüze bakıyorum. Son üç ayda yaşanan yolsuzlukların ve yargı ile emniyete olan güvenin yerle bir olmasına neden olan ve “Devlet içerisinde paralel devlet” denen gücün oluşmasının temelinde de, o sözünü ettiğim aydınların “Yetmez ama Evet” yanılgısı yatıyordu.
   
O dönem de iktidara destek yazılarını yazanların bir kısmının, bu gün yaptıkları yanlışın farkına vararak taraf değiştirmelerini de, onlar adına “GEÇ AMA EVET” Diyerek, üzüntü ile izliyorum. Umuyorum ülkemiz ve demokrasimiz çok daha fazla zarar görmeden, bu sıkıntılı dönemi atlatırız. Güzellikler dolu bir hafta dileğiyle..

/Sadi SUBAŞI
10 Mart 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder