Dere yataklarına inşa edilen TOKİ konutlarının
Samsun’da başlayan tahribatının bir benzerinin Osmaniye’de de yaşanmasının
muhtemel olduğu, 120 bine yakın devlete ait konutların da yaklaşık % 30’unun
toprak kayması veya benzer tehlikeler ile karşı karşıya olduğu ifade
edilmektedir. Devlet yatırımlarının
bütün yönleri ile düşünülmeden yapılması, Mimarlar Odalarının uyarılarının
dikkate alınamaması, imar mevzuatlarında ranta yönelik değişiklikler yapılması
ve son yıllarda da tüm bu olumsuzluklara
kentsel dönüşüm projelerinin eklenmesi ile kentlerimizdeki imar çarpıklıklarını
önlemek mümkün olmamaktadır.
Kentsel dönüşümün rantsal dönüşüme davetiye
çıkarması bazı kabine üyeleri dahil olmak birilerinin haksız kazanç
sağlanmasına zemin hazırlamıştır. Bir örnek verilecek olur ise; bilindiği üzere
bir süre önce Samsun Milletvekili Suat Kılıç
Ankara Hamamönü’nde 2 adet arsayı kelepir fiyatla satın almış ve bilahare
bu arsalara villa yapılmıştır. Üstelik arsayı satan görevli “Kentsel
Dönüşüm Proje Müdürü”dür.
Burada anlatmak istediğimiz bakanlık görevi de ifa
etmiş bulunan bir milletvekilimizin bir şekilde adının karıştığı bir olayı
gündeme getirmek değil, kentsel dönüşümle başlayan ve insanların haklarının
gasp edilmesini ortaya koymaktır. Kentsel dönüşüm kapsamına alınan mahalle
sakinlerine ”kentsel dönüşüm kapsamında binanız yıkılacaktır” şeklinde bir yazı
geldiğinde, herkes binasını elden çıkarmayı tercih etmektedirler. Bu bölgelerde
adeta satış ofisleri kurularak binalar sudan ucuz fiyatlar ile satın alınır.
Yani güçsüz olan ev sahiplerinin evleri güçlü olanlar tarafından ele
geçirilmektedir.
Proje ile birlikte yıkımlar başladığında Avrupa
medyası “Türkiye’de tarih yok ediliyor, 19 yüzyıla ait önemli eserler yıkılarak
yerlerine alışveriş merkezleri ve oteller yapılıyor” şeklinde yayınlar ile
duyurmuş idi. Hatta boş binaların yağmalandığını ve pencerelerinin kablolarının
sökülerek satıldığını, vatandaşların görüşlerine başvurulmadığını,
belediyelerin ise tahribatlara göz yumduğunu ifade etmekte idiler. Kentsel
dönüşümün rantsal bölüşümü yarattığı gerçeği ülke dışından da kolaylıkla tespit
edilebilmiştir.
Bilindiği üzere kentsel dönüşümün amacı, kentsel
yenilemeyi sağlama, mevcut yapı stoklarını iyileştirme ve en önemlisi ise
riskli alanlarda yaşayanların sağlıklı ve konforlu konutlarda oturmalarını
sağlamak idi. Başlangıçta riskli alanlarda oturanlar rezerv alanlarda inşa
edilecek binalara nakledilecekti. Ancak 16 Mayıs 2012’de yürürlüğe giren
kanunun uygulama yönetmeliği her 3 veya 4 ayda bir değişime uğradı.
Yönetmelik değişiklikleri ile sermaye gruplarına
imkanlar sağlandı. Çünkü riskli alanlarda oturanlar için tahsis edilen rezerv
alanlarda, riskli alanlarda oturmayanlara da yatırım yapmaları yolu açıldı.
Şimdi sık olarak değiştirilen yönetmelikler ile rant kapılarının açılmadığı
iddia edilebilir mi? Kentsel dönüşüm Kanunu ile ortaya çıkan bu tabloyu, pek
çok alanda da görebilmek mümkündür. Özelleştirmeler ile yok bahasına elden
çıkarılan kamu mallarının yarattığı tahribat ise ayrı bir konudur. Öyle ki,
bazı işletmeler, içindeki hurda fiyatlarının tutarından daha düşük bedeller ile
satılmış ve dolaysıyla milletin hakkı gasp edilmiştir.
Elimizde yaklaşık 70 milyar dolar civarında
özelleştirme geliri elde edilebilecek değerlerimiz bulunmaktadır. Son 10 yıl
içinde 80 yıllık birikimler elden çıkarılarak bütçe açıklarına katkıda
bulunulduğu düşünüldüğünde, 70 milyar dolarlık değerlerin de yine sudan ucuz
bedeller ile özelleştirilmesi sürpriz olmayacaktır.
Bunu ifade ederken devletin elbette otel, restoran,
ayakkabı ve içki üretmesini onayladığımız düşünülmemelidir. Ulaşım, elektrik
üretimi ve dağıtımı gibi hizmetlerde özel şirketlere yaptırılabilir. Yargı,
sağlık ve eğitim gibi asli görevler üzerinde yoğunlaşması da kabul edilebilir.
Ancak örneğin 1 milyar dolara sattığınız bir işletme birkaç yıl sonra 10 milyar
dolarlara varan bir değere ulaşıyor ise, özelleştirme politikalarında milletin
aleyhine bir şeyler yanlış yapılıyor demektir.
/Süleyman
SALUR
04 Mart 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder