Bir önceki yazımızda anlatmaya
çalıştığımız Emekli Öğretmen Hüseyin Hüsnü Tekışık ile ilgili farkındalık
sevindirici. Farkındalık ise örnek alındığında anlamlı. Ve çok az kişi memur
maaşı ile yazılabilir gönüllere. Asıl olan asil olanla bütünleştiğinde şiirsel
bir nefes alışveriş oluverir hayat, böylelikle geçersin tarihe. Bir kez daha
teşekkürler Hüseyin Hüsnü Tekışık Hocam…
...
“Sivil toplum geliştirme merkezi
kurucu üyesi süper insan. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi
Bölümü’nü bitirdikten sonra hep sivil girişimler içinde çalışmış, şimdi de
Türkiye’nin her köşesini gezip eğitim ve destek veriyor” Sevgili Sunay Demircan’ın
Ekşi Sözlükteki tanıtımı tam olarak bu. Bafra’nın hazinesi Kızılırmak Deltası
ve Kuş Cenneti ile ilgili verdiği uğraş ve mesai takdirlikti. “Senin başka işin yok mu be adam” cıların çok
olduğu dönemlerde… Sunay Beyin üretken yaşam anlayışında büyük keyifle takip
edilecek makalelerini de ciddi takipçileri var. İşte bir örnek. (Kendisine
saygı ile )
“Dün çok düşündüm,
"köylülük-kentlilik nedir?" diye. Bir sürü gösterge geliştirdim,
kentliliğe ve köylülüğe dair. Sonunda anladım ki, biz 'kentli' diye aslında
'batılı' olanı tanımlıyoruz. Yoksa adına 'kent' dediğimiz, mekânsal kompozisyon
içinde dolaşan kişiyi 'kentli' sayamıyoruz (üzgünüm). "Tarihin ilk
kentlerini Anadolu halkı kurdu, naabeeer" diye gürültü yapmanın anlamı da
yok bu minvalde.
Temel gösterge bence, toplumsal
sözleşmelerin yazılı veya sözlü oluşlarıyla belirginleşiyor. Kentli zihin,
yazılı sözleşme oluşturuyor ve buna uymayı taahhüt ediyor ve buna uyuyor. Köylü
zihin, geçmişten taşınmış olan sözlü sözleşmelere uyuyor, onları bazen güncelliyor,
imgelerle zenginleştiriyor... Köylü, kesinlikle yazıyı sevmiyor. Sözleşme,
protokol... yok! Yazılı kurallarla sabitlenmiş işbirlikleri, ortaklıklar da
yok. Yazılı belge tutma, arşiv oluşturma zaten yok.
...
Köylü zihin yazıyı, doğada serbest
dolaşan düşüncenin sabitlenmesi, katılaşması olarak görüyor. Bu sınırlama,
katılaşma hali onun dengesini sarsıyor. "söz uçar, yazı kalır" Köylü,
ağzından çıkan söz uçsun istiyor, kentli ise kalsın derdinde. Biraz düşünürsek,
günlük yaşamımızda bu göstergelerin bizi ne kadar keskin hatlarla 'taraf'
yaptığını görebiliriz. Örneğin, trafik ve biz?
Ortada bir sürü yazı var ama kime ne? Korna
çalmak bence en tipik sözlü trafik iletişim göstergesi
"yürü dedim, yürrrüüüüü..."
...
Peki, hâlihazırda muhterem Anadolu
halkı ne durumda? Bu kritere göre manzaraya bakıldığında, Anadolu halkının
sınıfsal yapısı üçe ayrılır: 1. Köylüler; 2. Kır dışını kent sanan, mekan
değiştirdiğinde de kentli olduğuna inanan köylüler; 3. Kentli olduğuna iyiden
iyiye inanan köylüler.
Sözün özü: Anadolu'da kentlilik bir
inanç işidir.
Şimdi "alçaklık etme, ben yedi
kuşak kentliyim" diye, bazı arkadaşlarım itiraz edecekler bu
genellemelere. Doğru, bir onlar kentli zaten, ben de onu demek istiyordum,
belki anlatamadım.
Anadolu halkı, adına "kent"
demeyi marifet bildiği, kowboy dekoru benzeri süslemelerden müteşekkil cadde ve
binalar bütününde nefes alarak kentli olduğu illizyonuna kapılıyor. Yalan
tabii...” Müthiş değil mi ?
/Birol
BİRCAN
19.07.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder