Çarşamba "nev-i şahsına münhasır" bir
Anadolu kasabasıdır diye başlamıştık... Kriminal
istatistikleri incelendiğinde yüzyılın başında Çarşambada adli olayların
ağırlıklı olarak üç ana başlıkta yoğunlaştığını görüyoruz,Çarşambamızın ilk ve
ünlü dava vekili rahmetli Yusuf Ediz amcamız bunu
1- kan davası
2- Kız davası (*)
3-Tarla davası olarak ifade ederdi, kahkahalar
atarak.
Gerçekte o yıllarda suçlar bu kadar çeşitlilik
kazanmamıştı, tüm Anadolu kasabalarında da suç profili üç aşağı, beş yukarı
aynı idi. Nazım Hikmet çok uzun mahpusluk yıllarında Anadolunun değişik
hapishanelerinde yatmış kıdemli bir mahpus şair olarak gözlemlerini
destanlaştırdığı "MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI" eserinde bu
insanların benzeşen yaşamlarını destansı bir şekilde anlatmıştır.
O yıllarda Çarşamba kültüründe hukuka başvuru geleneği
gelişmediğinden aralarında husumet olanlar sorunlarını genellikle "babadan,
dededen gördükleri şekilde çözerlerdi, buda özellikle kırsal alanda aileler
arasında kronikleşmiş bir "kan davası" geleneğini beraberinde
sürüklemiştir. Kan gütmek ve kanı yerde bırakmamak taraflar için birer statü
göstergesi halindedir. Kanını yerde koymuş biri için bu ataleti utanç lekesi
gibi bir algı oluşturuyordu toplumda. Evlenmede bile bu olay reddedilme nedeni
sayılıyordu. Belki de bu ilkel öç alma güdüsünü kronikleştiren ana nedenlerden
biri toplumun olayı bu şekil de algılamasıdır.
Kan davası olayının kendi içinde bir hukuku, bir
etik anlayışı oluşmuştu. Bu etik kurallara uymayan taraf toplum tarafından hoş
görülmez, dışlanırdı. Kanlılar arasında zımni olarak gelişen bu kurallara göre:
çocuklara ve kadınlar bu olayın dışında tutulur, kadına ve çocuklara pusu kurup
kurşun atan asla affedilmez. Aynı aileden üst üste iki kişi öldürülmez -çok
geçerli ve kabul edilir gerekçesi olmadan- genelde kan davası "bir sizden,
bir bizden" esasına göre seyreder.
Düğünlerde, cenazelerde kan davası ertelenir, Olay
birden çok kişi ile birlikte asla gerçekleştirilmez çoklu pusu kurarak hasmını
öldüren için bir utanç lekesidir. Karısının ve çocuklarının yanında kan
alınmaz. Asla arkadan insan vurulmaz.
Bence kan davalarının en ilginç yanı kimim kimi
öldürmesi gerektiğinin taraflarca zımnen bilinmesidir, olağan üstü bir durum
gelişmezse kiminle kimin çatışacağı önceden bilinirdi. Bu nedenle kan davaları
için en uygun koşullar kasaba meydanlarıdır, hasımlar çoğunlukla hasımları ile
kasaba meydanında hesaplaşırlar.
Çarşamba'da bu iş için en uygun yer kasabanın
"ötca geçesi "ile "beyya geçesini" birbirine bağlayan köprü
üzeridir ya da Cumhuriyet meydanıdır. En kral Western filmlerine taş çıkartan
çatışmalar yaşanmıştır Çarşamba'da, hala nesilden nesile abartılarak aktarılan
çatışma öyküleri dinleyebilirsiniz.
Yazılarımın ilerleyen bölümlerinde böylesi
destanlaşmış kanlılar düellosundan birini anlatacağım, olayın bir anlamda
öznesi olduğumdan yaşananları birinci ağızdan öğrenmiş olacaksınız.
saygı ile...
Editörün Notu:*İle işaretli bölüm (Kız davası)
olarak değiştirilmiştir. Yazardan ve okurdan özür dileyerek. Saygıyla...
/Cemil BİÇER
11.09.2016
Samsun Tramvayında Üç Kadın
Kısa Bir Yazı ve Şiir. Ünlü heykeltraş RODİN'e
sormuşlar,"üstat bu şaheser heykelleri nasıl yapıyorsun ?" diye,
Üstat yanıtlamış " mermerlerin fazlalıklarını yontuyorum, geriye heykel
kalıyor" demiş. Bana sormuyorlar bu "şiirleri nasıl yazıyorsun?"
diye, eğer böyle bir soruya muhatap kalsaydım; "sözcüklerin gereksiz
olanlarını siliyorum, geriye şiir kalıyor" derdim.
Şiir az sözcükle çok şey anlatabilme sanatıdır ve
İnsanoğlunun konuşmayı icat ettiği günler kadar eski bir geçmişi vardır. Şiir
vardır, savaşlar çıkartır en vahşisinden, şiir vardır Barış gülleri derler
dostun bağından, şiir vardır kılıçtan keskin, kıldan incedir. Samsun
Tramvayında yağmurlu, soğuk bir akşam seferinde son vagonda kulak misafiri
olduğum bir dertleşmeyi paylaşmak istedim sizinle, sözcüklerin fazlalığı
atarak..umarım beğenirsiniz.
SAMSUN TRAMVAYINDA ÜÇ KADIN
Samsun varoşlarında bir akşam tramvayı,
Son vagonda, üç kadın var,
Dışarıda, bardaktan boşanırcasına yağmur,
Her durakta sintinesini boşaltıyordu tramvay.
"Defter alacak paramız yoktu"
Diye fısıldadı birinci kadın,
Söylediklerinden utanır gibiydi
Kızardı yanakları...
"Bütün dersleri aynı deftere yazardım,
Zaman içinde doldu defter,
Kalmadı yazacak hiç bir yer,
Öğretmen "niye yazmıyorsun? "dedi,
Defterim yok öğretmenim diyemedim,
O an iki tokat yedim,
Kalemim düştü yere"
Vay… vay… vay.
Son vagonda üç kadın var,
Dışarıda, bardakta boşanırcasına yağmur,
Her durakta sintinesini boşaltıyordu tramvay,
"Benim, Çantam da ayakkabım da
yoktu",dedi
ikinci kadın,
Yoksul bir tiyatro kostümü gibi kaykılmıştı koltuğa
Çöpten topladığımız bira şişelerini satıp
Naylon bir papuc aldık,kırmızı,,
Komşumuzun çöpe attığı deri bir koltuğun,
Sağlam yerlerinden çanta dikti annem...
Dünyanın en mutlu çocuğu oldum."
Vay… vay… vay.
Son vagonda üç kadın var,
Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur,
Her durakta sintinesini boşaltıyordu tramvay.
Üçüncü kadın kalktı koltuğundan,
Kapıya yürüdü sessizce,
"Şimdiye ne demeli.
Yediğimiz dayak içimizde,
Duruyor haram bir lokma misali"
Bir korku titremesi gibiydi sesi,
Vay… vay… vay.
Kadınlar....kadınlar....kadınlar,
Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur
Sintinesini boşaltıyordu Tramvay.
/Cemil BİÇER
06.04.2016
http://www.carsambatv.com/koseyazilari/cemil-bicer/samsun-tramvayinda-uc-kadin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder