Cumartesi günü, ilkokul dördüncü sınıfa devam eden
oğlum Mustafa ile beraber İl Halk Kütüphanesi’ne gittik. Biraz kitap
okuyacaktık, biraz kütüphane teneffüs edecektik, biraz “bilinçlenme” süreci
yaşayacaktık. Alt kattaki çocuk bölümüne girdik önce, tıklım tıklım doluydu,
oturacak yer bulamadık. Sonra üst kata çıktık, belki orada yer buluruz
ümidiyle, orası daha da kalabalıktı. Kitapsever bir okur olarak ne kadar
sevindim bilemezsiniz. Bir de derler ki gençlerimiz okumuyor, kütüphanelere
gitmiyor. Eee öyleyse bunlar kimdi ki? Demek ki gençlerimiz kütüphaneye akın
akın geliyordu. “Gençler” diyorum, çünkü içeride bırakın yaşlıyı bir tane bile
orta yaş grubundan kimseyi görmedim.
Mustafa eline bir kitap alarak, merdiven başındaki
bir koltuğa oturdu ve okumaya başladı. Bana oturacak yer kalmamıştı. Ben de şu
masalar arasında bir gezeyim, bu gençler ne okuyorlar bir bakayım dedim. Kütüphanenin
istilası. Demez olaydım. Sessizce içeride dolaşmaya başladım.
Zaten bu kütüphaneyi bilen bilir. Üst katta sadece
bir tane okuyucu salonu var. Ben de orada dolanıyorum. Masalara baktım, açık
kitapları şöyle bir süzdüm; öğrencilerin göz gezdirdiği eserleri çaktırmadan
görmeye çalıştım. Bir de ne göreyim: Kütüphanedeki gençlerin tamamı test
kitapçıklarını açmış, test çözüyorlar. Meğerse kitap filan okumuyorlarmış. İçeride
toplam 60 kişilik yer var, onların da tamamı üniversiteye hazırlanan öğrenciler
tarafından istila edilmiş.
“İstila” diyorum çünkü onların kütüphanede
olmalarının sebebi kütüphanenin doğal varlığından yararlanmak değil. Yani
buradaki kitaplardan faydalanmıyorlar. Bu gençler; bir konuyu araştırmak,
piyasada olmayan bir kitabı bulmak, eski baskı bir romana veya ansiklopediye
ulaşmak, sevdiği bir eseri okumak için kütüphanelerin o eşsiz dinginliğinden
yararlanmak, baskısı tükenmiş bir cildi raflarda bulmanın hazzını yaşamak,
sayfaları kurtları konuk etmiş satırlarda doyumsuz bir iştahla gezinmek, küf
kokulu ciltlerde, toza bulanmış yapraklarda dolanmak, tarihin derinliğine
dalmak, geleceğin belirsizliğine uzanmak, bir şaire misafir, bir yazara komşu,
bir bilim adamına arkadaş olmak için burada değiller. Zaten kendi testlerini
kendileri getiriyorlar. Onların aradığı bir sandalye, bir masa ve sessiz bir
ortam.
Kütüphaneden yararlanmıyor, kütüphaneyi de
kendilerinden yararlandırmıyorlar. Kütüphane artık kütüphane olmaktan çıkmış,
Testhane olmuş. Alt katta yer alan çocuk bölümündeki masaları da liselere
hazırlanan orta okul öğrencileri istila etmiş. Onlar da kendi testlerinin
derdindeler
Bunca insan arasında Mustafa'dan başka kitap okuma
telaşı çeken bir kişiye bile rastlamadım. Ayrıca bir şey daha dikkatimi çekti.
Hemen her öğrencinin elinde bir cep telefonu var. Alt kattakilerde de üst
kattakilerde de inanılmaz bir telefon trafiği seyir halinde: Bir gözleri
testlerde ama diğer gözleri her daim telefonda. Testten telefona geçmek için
inanılmaz bir iştahla bir “zırr” sesi bekliyorlar. O ses gelir gelmez, hemen
kendilerini dışarı atıyor; konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor ve müthiş bir
rahatlamayla içeri giriyorlar.
O kadar acıdım ki bu sabilere! Onları kendi
hallerine bıraksak o test işkencesine bir tanesinin bile bir saniye katlanmayacağından
eminim. Gözleri testte, gönülleri telefonda test kuşları... Kütüphaneler niçin
kurulduydu?
Samsun Gelişiyor, ya Kütüphanesi…
Çocukluğumun Samsun’undan bugüne kalan tek yer
herhalde bu kütüphane olsa gerek. Devasa binalar, içine bütün şehri soksanız
alacak AVM’ler, kentsel dönüşümü ayarlanmış yüz binlik konutlar, duble yollar,
genişletilmiş havaalanı yapılıyor. Ama kütüphanesi hâlâ benim çocukluğumun
kütüphanesi... Elli binlik statlar, on
binlik kapalı spor salonları, her geçen yıl yeni hastaneler yapılıyor. Ama
kütüphanesi benim çocukluğumun kütüphanesi. Yeni ortaokullar, yepyeni liseler, iki tane
üniversite hayata ve şehre merhaba diyor, öğrenci sayıları binlerden yüz
binlere fırlıyor ve şehir her gün büyüyor. Ama kütüphanesi hâlâ benim
çocukluğumun kütüphanesi
Şehir; Kadıköy, Saitbey, Cedid, Kadıfekale,
Ellialtılar, Ulugazi’den ibaret küçük bir vilayetten etrafından uydu kentlerin
konuşlandığı devasa bir megakente doğru “evriliyor”. Ama kütüphanesi hâlâ benim
çocukluğumun kütüphanesi
Samsun küçük şehirden Büyükşehir’e döndü. İçinden
yüz binlik nüfuslarıyla yeni şehirler doğurdu. Ama kütüphanesi hâlâ benim
çocukluğumun kütüphanesi.
Bu neye benzer biliyor muyuz? Bu, tam da vücudu
büyüdükçe beyni küçülen; basenleri, göbekleri, enseleri, gıdıkları şiştikçe
beyin damarları büzülen bir insana. Yani tam da bir Mankurt'a... Şehirler bir
“beden” olsaydı, kütüphaneler beyni, mabetler de kalbi olurdu.
Samsun'un ilçelerindeki kütüphanelerde de yeterli
elemanın olmadığını söyledi görevli. Geçici işçilerle idare etmeye
çalışıyorlarmış. Yani "dükkan"ı açıp kapıyorlar, o kadar. Bunlar
bizim medeni memleketler seviyesinde yer almak için çıktığımı yolun neresinde
olduğumuza dair küçük ayrıntıları gösterir. O, seviyelerine göz diktiğimiz
ülkelerde bırakın sabit kütüphaneleri, artık gezici, geçici kütüphaneler
kuruluyormuş: Parklara, deniz kıyılarına, piknik alanlarına, semt kenarlarına,
yazlık konutların bulunduğu mahallelere.. Bir tanesinin fotoğrafını sizlerle
paylaşmak isterim: Birilerine Ulaşsaydık...
Bendeniz Samsun'u "şişiren" insanlara
ulaşabilir miyim? Zannetmiyorum. Bendeniz Samsun'u geliştiren, dönüştüren,
güzelleştiren insanlara, siyasilere, yöneticilere ulaşabilir miyim?
Zannetmiyorum. Onlara bunları anlatma imkânımız olaydı keşke.
Yıllar önce bir gün Samsun milletvekilimiz Mustafa
Demir beyefendiyle bir vesile konuşma “şansı” yakalamıştık. Konu bu tür meselelere
gelince ona demiştim ki: "Sayın vekilim, Başbakanımız bir gün bakanlar
kurulunu Milli Kütüphane'de toplamadıkça bu işlerde zerre kadar mesafe
alamayacağız." Hâlâ da aynı kanaatteyim. Son güncel örnek bunu çok güzel
ifade ediyor.
Başbakanımız "milli içkimiz ayrandır"
dedi ve biraz sonra borsalarda ayran üretici firmaların hisseleri tavan yaptı. “Ya
yerel idarecilerimiz” derseniz? Demeseniz daha iyi olur. Yerel idarelerden,
siyasilerden ümidi keselim artık. Onların gündemine kütüphaneyi sokmak, bana
Samsun’da uzay çalışmaları başlatmak gibi bir ütopya geliyor. Bunu Samsun’un
tartışılan gündem(ler)ine bakarak söylüyorum.
Samsun’un on yıllardır, sandalye, masa, oda sayısı
bile aynı kalan kütüphanesini kendisine kim dert edinecek? Bizim dert edinmemiz
işte böyle bir yazı yazmanın ötesine gitmiyor. Roma İmparatorluğunun yergi
üstadı Iuvenalis kültürel yozlaşmayı eleştirdiği 7. Yergiye şöyle başlıyor: "Edebiyatın
tüm umudu ve geleceği sadece Sezar'a (Caesar) bağlı.” (s. 82). Bendeniz de
bizim bu hâl ü pür-melalimizi bizim Sezar’a havale ediyorum.
/Ali KORKMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder