Seni aldattığım şehirlerin sayısını çoktan unuttum. Senden alamadığım, bulamadığım sevgiyi ve aşkı başka şehirlerin koynunda aradım. Ne ki, seni sevemeyen, sevmesini beceremeyen bir Samsunlu, başka şehirleri nasıl sevsin. Gittim işte.. Bazen bıçak sırtı yaşamaktan bıkıp usandığım için kaçtım gittim. Bazen de güneş burada kapalıysa başka yerlerde mutlaka açıktır düşüncesiyle gittim. Ama seni terk etmenin ıstırabı hiç peşimi bırakmadı. Yaşadığım yerlere sensizlik tarif edilemez bir sızı olarak peşimden geldi. Kaçamadım senden. Gitme deseydin bana, gitme deseydin bir kerecik. Gitmezdim elbette. Ama hayır, yanında olsam yüzüme bile bakmayacaktın biliyorum.
Ben senden uzaktayken seni daha fazla özlediğimi
fark ettim böylece. Her gidişimde; bir gün, ağır yaralı, ordusunu kaybetmiş bir
asker gibi sana döneceğimi bile bile gittim. Hiç, ama hiç gitmek istemedim,
ayrılmak istemedim senden.. Hiç ama hiç dönmek, gelmek
istemedim sana..
Dönüşümde yüreğime muska gibi taktığım bir Yusuf Hayaloğlu şarkısının bile
farkına varmadın; "Yağmurlar
içinden ıslandım geldim. Bir kuru değneğe yaslandım geldim. Sıcacık çorbana
muhtacım inan, ölümlerden geçtim, uslandım geldim."
Ben geldiğimde
sen uyuyordun
Samsun. Karlar yağıyordu üzerine. Tren sesleri geliyordu uzak ıssızlarından..
Bir köpek burnundan sıcak nefesler çıkararak geçip gidiyordu yanı başımdan..
Ağır bir uyku gibi bilinçaltıma yerleşmiş siren seslerin, tren seslerine
karışıp gidiyordu. Ben sana geliyordum, karşılıksız bir aşkı yaşayan yeni
yetmeler gibi..
Gittiğim her
şehirde seni yaşadım: Eskişehir’in birbirinin aynı caddelerinde kaybolduğumda
sen vardın aklımda.. Mimar Cevat Ülger’in Camiine bakarken Büyük Cami’ni
özlüyordum orada..
İstanbul’un gecekondu mahallelerinde, kömür karası
havayı çekerken ciğerlerime bir Kısa Samsun öksürüğü ile boğuluyordum.
Çeliktepe’nin yokuşlarını tırmanırken birazdan Mecidiyeköy yerine senin
siluetin çıkacak diye sabırsızlanıyordum. Ya da Kütahya’nın Kalesi’nden
seyrettiğim sendin başkası değil. Ya da Trabzon’un dar ve yorgun ara
sokaklarında gezinirken, sen vardın içimde, ruhumda, bir o kadar yorgun ve
ümitsiz ve karamsar
Ya da Ordu’nun soğuk kış günlerinde sahilinde attığım
voltaların hemen yanı başında da sen vardın. Sen hep varsın bende. Senden ancak ölünce
kurtulacağımı anladım ben.
Ankara’nın bir türlü
alışamadığım otoriter ukalalığından da senin merhametsiz kucağına sığındım
Samsun.. Sen benim karşılıksız sevgilimdin ve hep öyle kalacaksın. Hiç beni sevmedin, sevemedin
nedense.. Konya’dan bile sana geldim ben, çıkarken gitme
der gibiydi Mevlana Türbesi, Alaattin Tepesi.. Sen de bana böyle seslenseydin,
çağırsaydın.. Çağırsaydın beni bir kere.
Biliyor musun,
şimdi kim bilir kaç evladın gurbetin soğuk, bekar odalarında senin hasretinle kavruluyor.
Uykusuz gecelerinde Samsun’un Meydanı, Saathanesi, ya
da ne bileyim hırçın Karadeniz’i diye başlayarak, anlatarak bir sağa, bir sola
dönüp duruyorlar. Uyuyamıyorlar..
Sen bize sahip
çıkmadın Samsun, kaybolduk
biz. Geleceğimizi ve hayallerimizi başka şehirlerde bitirerek, yitirerek,
harcayarak döndük sana. Biz senin soğuk, taş kadar soğuk yüzüne hasret, sen
bizim hayallerimizi hiç ciddiye almadın Samsun. Artık kovsan da, istemesen de
beni gitmiyorum, gidemiyorum. Ölüm yaklaştığında mezarlığa doğru yola çıkan
filler gibi burada senin toprağına gömülmeyi bekliyorum. Hayallerini
yaşayamamış ve geleceği elinden alınmış olarak geldim sana..
Ama sen hala eski Samsun’sun.
Hala sahip çıkmıyorsun seni yaşayanlara, sende yaşayanlara.. Meydanda,
yani tam kalbinde bir tinerci eski Tekel Binası’ndan sana bağırıyor, nara
atıyor, duymuyorsun. Elindeki bıçak ile kendi bedenini değil; seni parçalıyor,
seni bırakıyor boşluğa. Seni İntihar ediyor. Okul çocukları birbirlerini değil, seni öldürüyorlar
mahalle aralarında. Hiç umurunda değil. Senin için doğuyor bu güneş ve senin
üzerinde dolaşıyor bu martılar.. Karadeniz sana aşkını anlatmak için bu kadar
hırçın. O da benim gibi karşılıksız sevmelerin yorgunu. Yağmur senin
vefasızlığına yağıyor Samsun..
/Ali KORKMAZ
09.07.2016
09.07.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder