Tramvay seferlerinin 23.45’te bitmesine büyük tepki
vardı. İnsanlar Ramazan’da erkenden evine dönmek zorunda kalıyor, her iki
yöndeki tramvayların son seferleri çok kalabalık oluyordu. SAMULAŞ, bunca tepkiye rağmen 20 Haziran’a
kadar direndi ve nihayet 20 Haziran’dan itibaren; 24.00,00.30 ve 01.00 tramvay
seferleri ilave edilecek. Böylece insanlar erkenden evlerine gitmek zorunda
kalmayacak.
Belediye tefeci mi?
Kredi kartıyla Samkart yüklemelerinde alınan %3
komisyon, banka faizlerinin çok üstünde adeta tefecilik. Samsun Büyükşehir
Belediyesi, parayla para kazanmayı veya
paradan para kazanmayı seviyor. Geciken su faturalarına uygulanan faiz de açma kapama
parası da çok yüksek.
Büyükşehir’den haksız rekabet mi?
Samsun’un 17 ilçe bir de büyükşehir belediyesi
varken, Büyükşehir Belediyesi imkanlarıyla, BB Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın
imtiyaz sahipliğinde çıkan Tramvay gazetesi, sadece Büyükşehir, İlkadım ve
Atakum Belediyelerinin etkinliklerine yer veriyor; diğer belediyelere yer
vermiyor. Yusuf Ziya Yılmaz, evladı gibi görmesi gereken belediyeler arasında
neden ayrım yapıyor? ‘Duygusal’ nedenlerden mi onu kısa zaman içinde göreceğiz.
Büyükşehir Belediyesi belediye imkanlarıyla yaptığı
cafe veya restoran işletmeciliğiyle de haksız rekabet yapıyor. Devletin
yerinde, zaman zaman devletin personeliyle hizmet vererek, belediyenin raket
veya billboardlarıyla reklam veya tanıtım yaparak özel sektöre karşı haksız
rekabet oluşturuyor. Vatandaşa ucuz ve hijyen yeme, içme imkanı sağlamak
yerine; özel sektörün fiyatlarıyla ama devletin imkanlarıyla hizmet sunuluyor.
Azrail prens mi?
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç
bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için
yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı
bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa
bir süre sonra da 1976’da iyileştiğini gördüm.
Ancak Serap’ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk
5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4
yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz
için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.
Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği
otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve
akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez
hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak
oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza
yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle
konuşarak:
--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.''
-- ''Niçin?" diye sordum.
--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana
da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için
bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır. Ancak iman
tedavisi için gönülden istek duymalısın..." dedim.
Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği
duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin
yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve
dersler "hızlandırılmış öğretime" dönmüştü… Vefatına bir hafta kala:
--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne
söylemeliyim?"
--"Senin durumun çok özel" dedim.
''Kelime-i Şahadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana
yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok
ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya
çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.
Dönüşümde annesi telefon ederek:
--"Serap, bir haftadır morfin
yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap
çekiyor."
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini
sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.
"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır
ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem...
--"Hiç
korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde
son sorusunu da sordu:
--"Doktor Bey...Azrail bana nasıl
görünecek?"
--"Kızım," dedim. "O bir melek değil
mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca
hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla
perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası
ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz
önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı
ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest
aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i
Şahadet getirerek vefat etmeden biraz önce de;
--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun
söylediğinden de güzelmiş…!
Şanı Yüce Allah herkese son nefeslerinde Kelime-i
Şahadet getirmeyi nasip etsin. (Amin)
Onk. Dr. Halûk Nurbaki'den gerçek bir hatıra..
/Mehmet AKSOY
19.06.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder