Fi tarihinde bilgeliğin gizlerini aramak için gelenlerin kabul edildiği bir dergâh varmış İstanbul’da. Dergâh da aslolan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan anlatabilmekmiş.
Günlerden bir gün dergâhın kapısına bir yabancı
gelir, kapıda öylece durur ve bekler. Hissi kablel vuku “sezgi ile” anlaşmaya inanıldığı için de kapıda ne bir
tokmak ne de zil vardır.
Bir süre sonra kapı açılır, içerideki derviş,
kapıda duran yabancıya bakar ve sessiz, cümlesiz konuşmaya başlarlar.
Gelen yabancı, dergâha girmek ve burada kalmak
istiyordur. Derviş bir süre kaybolur sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir
kapla döner ve bu kabı yabancıya uzatır. Bu, yeni bir dervişi kabul edemeyecek
kadar doluyuz demekti. Yabancı dergâhın bahçesine döndü, aldığı bir gül
yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde
yüzüyordu ve su taşmamıştı. Bunu görünce içerideki derviş saygıyla eğildi ve
kapıyı açarak yabancıyı içeri buyur etti. Netice itibariyle suyu taşırmayan bir
gül yaprağına her zaman bir yer vardı!
Başka bir şey değildi Samsun’da varlığım. Gelip
gidişlerle yaklaşık 25 yıldır, iş hayatı olarak da tam 18 yıldır buradaydım.
Mundar etmedim, taşırmadım suyunuzu onca yıl. Bir gül yaprağı kadar kıymetli
olmasam da kuru bir yapraktan öteye geçmedim. Ne birinize gelecek rızkın ne de
makamın önüne set oldum. Nasıl geldiysem öylece gidiyorum. Kimi kimseden
ayırmadım. Gönül hanenize yakın menfaat dünyanıza uzak oldum. Bu toprağın
çocuklarıydık hep öyle kalmak anlamlıydı, zordu, o zor duruşu seçtim. Onun
içindir ki, kendi referans ve reflekslerimle gördünüz beni hep. Ne zayıfken kul
oldum ne güç bulduğumda zalim. Çocuklarım için ne istediysem herkes içinde onu
istedim.
Kiminize göre eniştenizdim, kiminize göre gardaş,
kiminize göre yoldaş, kiminize göre gereğinden fazlaydım, kiminize göre
gereğinden az.
Adım atmadığımız köyün, derlemediğimiz unsurun
kalmadı Samsunum. Yakın bir zamanda bütün o yılların emeği olan birkaç ciltlik
Samsun Kültürel Miras kitabın, Prof. Dr. Şahin KÖKTÜRK editörlüğünde çıkacak.
Kendini tek tek bulacaksın her bir sayfasında. En çok da sen şahit olmuştun
zaten senle başlayan her bir cümleye, verdiğimiz her bir emeğe, dostluğa ve
arkadaşlığa…
Şüphesiz rızkı veren Mevla’dır. Dilediğine
Everest’e dilediğine Fizan’da nefes aldıran O’dur. O neyi takdir etmiş ise tecelli
edecek de odur.
Çalışmalarımızla ilgisini, insanlığımızla sevgisini
kazandığımız, kalmamızı çok isteyen dostlar, her birinize en içten sevgilerimi
arz ederim. Doğup büyüdüğüm memleketime gidiyorum. Vefa borcum var bilvesile
ödemiş olacağız inşallah. Üstelik memleketine olan vefa borcunu ödemek için
Ardahan’a geri dönmüş, gecesini
gündüzüne katarak Ardahan olmuş çok değerli bir isme omuz vermeye gidiyorum.
Ardahan’ı yeniden inşa eden, çehresini kaderini değiştiren Sn. Belediye Başkanımız
Faruk KÖKSOY’a yardımcı olarak.
Güzel dileklerinize dualarınıza talibiz. Mevla
gönlümüzü, gözümüzü güzellikleriyle donatsın. Kelamıyla vedalaşmak vedaların en
güzelidir hele o kelamı Akif’in
dizeleriyle paylaşmak…
Hâlık’ın nâmütenahi adı var, en başı “Hak”,
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!
Hani ashab-ı kiram ayrılalım derlerken,
Mutlaka süre-i “Vel Asr” ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sürede asâr-ı felâh,
Başta iman-ı hakiki geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebât: İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.
(Mehmet Akif ERSOY’un Şiirleştirdiği Asr Suresidir)
Sizler Cenab-ı hakk’a, Samsun’u da sizlere emanet.
Güzel günlere uyanın
Sağlıcakla kalın efendim.
Allahaısmarladık…
03 Haziran 2016
/Uğur DEDE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder