Canlı yaşamı için su ne kadar gerekli ise beslenme
de o derece önemlidir. Tanrı yarattığı tüm canlıların ihtiyacı olan su ve gıda
maddesini onlara sunmuştur. İnsanlara diğer canlılardan farklı olarak
içgüdüleri ile değil, akılları ile yaşama olanağı tanımıştır. Diğer canlıları
da doğa koşullarına göre yaşamlarını sürdürebileceği içgüdüye sahip olarak
yaratmıştır. Örneğin, Alaska’da yaşayacak canlıları o bölgenin soğuk ortamına
göre, çöl sıcağında yaşayacak canlıları da o bölgenin sıcaklık koşullarına göre
yaratmıştır. İnsanı da, tüm canlılardan farklı olarak her ortama uyum
sağlayabilecek, hatta ortamı kendi çıkarına göre değiştirebilecek akıl denen
muhteşem yetiyi vererek yaratmıştır.
Ne var ki, insan bu yetisini her zaman doğru kullanmamış
ve zaman zaman kısa vadeli çıkarlarına hizmet eden egosunun esiri olmuştur. İnsan
aklının doğrular yerine yaptığı bu tür günlük yanlışlar, gelecek nesillerinin
yok olmasını sağlayacak boyutlara ulaşmıştır. İşte burada toplu yaşamı
düzenleyen devlet gücü ortaya çıkmış ve koyduğu kurallarla insanların bu tür
yanlışları yapmasını engellemiştir. Bu, bütün toplumlar için geçerli mi diye
sorguladığımızda, karşımıza devlet otoritesinin bazı ülkelerde yeterince
sağlanamadığı, hatta kötüye kullanıldığı gerçeği çıkmaktadır. İşte bu kurallar
düzenini sağlamış ve bu konuda ödün vermemiş ülkelere “Çağdaş ülke”
denilmiştir. Çağdaş ülkeler, bunu daha ilkokuldan başlayarak verdiği eğitimle
ve halkının kültür seviyesini yükseltmekle sağlamıştır. Daha da önemlisi, bu
gerçekleri kural kabul etmiş dürüst ve kişisel çıkarları için ödün vermeyen,
vermeyecek siyasetçi ve yöneticileri iş başına getirerek sağlamıştır.
Bu öylesine kısır döngüdür ki, eğer çağdaş ülke
olma koşullarını sağlayamamışsanız, her şey tersine işlemeye başlar. O tür
düzgün yöneticileri iş başına getiremezsiniz. Çünkü düzeni sağlamakla görevli
olanlar, şartları kendilerine göre ayarlar ve özellikle yeterli eğitim
verilmemiş, kültür seviyesi yükseltilmemiş toplumu her türlü yalan vaatle
kandırarak kendilerini göreve getirmesini sağlar. Bunun sağlandığı yönetim
şekli ise, baskıcı diktatörlüklerdir. Bu tür yönetimlerin egemen olduğu
ülkelerde ülke çıkarları hepötelenmiş, onun yerine kişisel çıkarlar ile başka
ülkelerin çıkarları ön plana geçmiştir.
Günümüzde yaşananlara göz attığımızda bunun çok
sayıda örneğini görebiliriz. Daha geçtiğimiz yıl büyük kampanyalarla yardım
ettiğimiz Somali, bunun en güzel örneğidir. Somali, yakın geçmişinde geniş ve
verimli toprakları ile diğer Afrika ülkelerinin tahıl deposu olarak
görülmekteydi. Ancak çağdaş demokrasinin olmadığı ve diktatörlerin hâkim olduğu
bu ülke, verimli topraklarını Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin sanayi
yatırımlarına açma gafletine düşmüştür.
Sömürgeci ülkeler, kısa sürede kendi ülkesinde
yapılmasına halkının karşı koyduğu kirli kimyasal yatırımları Somali’nin
verimli topraklarına kaydırmıştır. Diktatörlerinin kişisel çıkarlarına sunulan
imkânlar sonrası Somali’nin, bu verimli topraklarının çoğu Avrupalı
sömürgecilerin eline geçmiş ve çevre kirliliği yapan yatırımlarla o verimli
topraklar yok olmuştur. İşte o Somali ve benzer diğer Afrika ülkeleri bugün
açlıkla savaşmakta ve her gün binlerce çocuk ve yetişkin açlık nedeniyle
ölmektedir.
Üzülerek söylemek gerekirse, bugün ülkemiz de bu
sömürgeci devletlerin kıskacına girmiş bulunmaktadır. Bir yandan ürettiğimiz
ürünlerin ekimi ya engellenerek veya ekim alanları daraltılarak köylümüz
tarımsal üretimden kopartılırken, diğer yandan datemel gıda maddelerinin dahi
dış ülkelerden alınması pompalanmaktadır.. Çok değil 15 yıl önce, dünyanın
tarımsal gıda üretimi bakımından kendisine yeten yedi ülkesinden birisi olan ve
ürettiği buğdayı siloları almayan Türkiye, bugün buğday ve şeker gibi temel
gıda maddelerini dahi dış ülkelerden sağlamak zorunda bırakılmıştır. Halkımız
sağlığa zararlı GDO’lu ürünlerle tanıştırılmıştır.
Amerika yıllar önce Bursa yöresinde şeker
kamışından şeker üretimi yapacak “CAGRİL” isimli sanayi tesisini kurmuştur. O
dönemlerin hükümetleri ülkemizde ki şeker üretimini baltalamaması için bu
tesisin üreteceği ürüne kota koymuştur. Bugün ise ülkemizde şeker pancarı ekimi
sınırlandırılmış, her türlü destekleme fonu kaldırılmıştır. CAGRİL’İN ürettiği
şekerin ham maddesi olan şeker kamışı, Amerika’da üretilmekte ve oradan ithal
edilmektedir.
Şeker ve buğday için yapılan savunmanın temelini
dışarıdan daha ucuza alınması gösterilmektedir. Ama kendi ülkemde köylümün alın teri ile
ürettiği ve hem kanını doyurduğu, hem de satarak geçimini sağladığı bu ürünler
ne kadar pahalıya mal olursa olsun geliri yurt içinde kalıyordu. Dış güçlerin
ülkemizi ambargolarla baskı altında tutmasına zemin hazırlanmış olması da işin
bir başka ürkütücü yanıdır. Bugün pahalıya mal oluyor diye üretimini
engellediğimiz şeker pancarı üretimini, Fransa destekleme fonu ile şeker
pancarı ekimini sürdürmektedir.
Buğday üretim deposu olan ovalarımızda ki köylerde
traktörler branda ile örtülmüş, köylerin gençleri karnını doyurabilmek için
büyük kentlere gitmek zorunda kalmış ve oraların varoşlarında acımasızca
sömürülmeye mahkûm edilmiştir. Fransa gelecek nesillerini de düşünerek tarımsal
üretimi desteklerken, Türkiye tarımsal üretimden caydırıcı ne kadar yöntem
varsa onları yürürlüğe koymaktadır. İşte iki ülke arasında ki fark da budur. Türkiye’nin
dış ticaret açığı, tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bu gidişin
sonunun karanlık olduğu, tüm ekonomistlerce söylenmektedir.
Günümüzde ülkemizin en verimli ovaları yabancı
yatırımcıların kirli yatırımlarına açılırken, ülkesinin geleceği adına karşı
çıkan bir avuç çevreci vatansever insana da eziyet edilmektedir. Asırlar boyu
dünyayı titreten bir imparatorluk kuran Türkler, eğitim, kültür ve hukuk
alanında çağdaş dünya seviyesine yükselecek girişimleri yapmadığı için
darmadağın edildiği gerçeği gözden kaçırılmaktadır. Osmanlı’nın dağılması üzerine çağdaş dünya
koşullarına uyan yepyeni bir devlet kuran Mustafa Kemal Atatürk’ün, tarım
alanında yarattığı mucizeleri daha da ileri götürmek varken, ülkemizi tarımsal
üretimden uzaklaştırmak bu ülkenin geleceğine yapılmış en büyük
kötülüktür.
Dünyada bir sömürenler, bir de sömürülen ülkeler
gerçeği vardır. Son zamanlarda çok söz edilen dünyanın ilk on ülkesi arasına
girmek iddiasında olan ülkemizin, tarım ve sanayi alanında üretim yapmadan bu
iddiayı gerçekleştirmesi tam bir hayaldir. Bu iddianın hiçbir yazılı ve
uygulamalı kuralda yeri yoktur. Bu boş iddialarla toplumu yanıltmak, günümüzün
moda deyimiyle ülkemizin geleceğine ihanettir. Ülkemizin, akıl ve mantığının
kişisel çıkarlardan arınmış bir yönetim kadrosuyla yönetileceği günleri görmek
dileğiyle,güzellikler dolu bir hafta diliyorum..
/Sadi SUBAŞI
22 Ekim 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder