Eğer bir toplum geçmişini arar hale gelmişse o
toplum da çağdaşlaşma adına çok ciddi sorunlar demektir. Üzülerek söylemek
gerekirse, bizim toplumda eskiyi arar hale gelmiştir. Çağdaş toplumlar zaman
içinde kendini daha da geliştirir ve birlikte yaşamı kolaylaştırır. Bunu
başaramayan toplumlar için ise, çağdaş tanımlamasını kullanamayız. Ülkemizde
yaygın kanı, bu tür sorunların eğitimle çözülebileceğidir. Oysa bu tezin
ülkemiz için çok da geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü ülkemizin eğitim
alanında geçmişine göre yüzeysel de olsa ilerlemediğini söylemeyiz. O zaman
sorun nerede?
Bu konuda ki sorunların başında ülkemizde ki
eğitimin uygulamalı yapılmaması ve ezberciliğe dayanması gelir. Bizim toplumun
bir başka sorunu ise, çağdaşlaşma adına eğitimin kültürel birikimlerle
yeterince desteklenememiş olmasıdır. Kısacası, bir toplumun birlikte yaşamasını
kolaylaştıran çağdaşlaşmanın gelişebilmesi için eğitim seviyesinin
yükseltilmesi yanında, gelenek ve göreneklerinin korunarak kültür seviyesinin
yükselmesine gereklidir. Kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve
kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür.
Bu
pencereden bakınca, ülkemizde uygulamalı bir eğitimin olmadığını ve kültürel
yapısının da giderek yozlaştığını ve geleneklerinden uzaklaştığını görürüz.
Gerçekten de geçmişe bakınca içimizi burkan bir tabloyla karşı karşıya kalırız.
Cumhuriyetin ilanı ile başlatılan ve eğitim
alanında devrim sayılan uygulamalı eğitim sistemi ile akıl almaz işler başaran
“KÖY ENSTİTÜLERİNİ” kapatmışız. Çoğu
aramızdan ayrılan ve yaşayanlarının da emeklilik dönemin de olduğu bu
enstitülerde yetişmiş öğretmenleri yakından tanıdığınız da, günümüz
öğretmenleri ile arasında ki farkı görüyorsunuz. 1950 sonrasının çok partili
döneminin yaptığı en büyük yanlış, Köy Enstitüleri kapatmak olmuştur. Bu
kararla Türk Eğitim Sistemi çökmüş ve okullarımızda ezbere dayalı bir eğitim
dönemi başlamıştır. 1970 e kadar o dönemin etkisinde yetişen öğretmenler eğitim
yanında öğrencilerine yaşamsal kuralları da öğretirlerdi. Derse giren
öğretmenlerin bir çoğunun derslerin ilk on-onbeş dakikasını çağdaş yaşam
öğütlerine ayırdıklarını çok iyi hatırlıyorum. O günlerde dinlediğim bir çok
öğütün ilerde bana ışık tuttuğunu biliyorum. Günümüzden bazı örneklerle geçmişin
örneklerini karşılaştırmak istiyorum. O
dönemin ilkokul öğretmenleri sınıfını bir yere götürmek üzere sokakta
öğrencilerinin başında yürürken cenaze konvoyu ile karşılaşınca, öğrencilerine
cenaze konvoyunu önlerinden geçene kadar selamlanmasını uygulamalı olarak
öğretirdi. Bu gün ise, öğretmen öğrencilerini karşıya geçirmek telaşıyla
bırakın selamlamayı öğretmeyi, cenaze konvoyunun önünü kesebilmektedir.
Yine günümüzde okullara trafik dersi konmasına
rağmen üzerlerinde ki önlüklerden öğrenci olduğu belli olan gençler kavşaklarda
kırmızı ışığa rağmen canlarını da
tehlikeye atarak karşıya geçmeyi göze alabilmektedirler. Ne yazık ki, bugün
toplumumuz da ne büyüğe saygı, ne de küçüğe sevgi gösteren kalmıştır. Araç
kullananların da ne yayaya, ne de diğer araç kullanan saygısı kalmamıştır.
Böylesine olumsuzlukların yaşandığı ortamda toplumsal huzur ve barıştan söz
edilebilir mi? Yine üzülerek söylemek gerekirse, eğitim alanında olduğu gibi
kültürel yapımızda ki çöküş de sürmektedir.
Bu konuda toplum çok da suçlanmamalıdır. Çünkü 1950
den sonra bu ülkeyi yönetmeye talip olan siyasetçilerin eğitimi yaz boz
tahtasına çevirdiği, hemen her kademede ki sınavlar da yolsuzluğun olduğu ve
bunlaın adeta örtbas edildiği bir ülkede, eşit ve kaliteli eğitimden nasıl söz
edebilirsiniz? İki aylık kurslarla öğretmen yetiştirerek öğretmen açığının
kapatılmaya çalışıldığı ve günümüzde de, okullarını bitiren öğretmenlerin atamasının
yapılamadığı plansız, programsız eğitim politikaları ile bu yozlaşmanın önüne
nasıl geçilebilir?
Kültürel değerlere yeteri kadar önem vermeyen,
hatta daha da ileri giderek heykellere tüküren ve yıktıran, tiyatrolarını
siyasi vesayet altına almaya çalışan siyasetçilerle çağdaş yaşam ortamı nasıl
yakalanacaktır?
ÇÖZÜM;
Donanım olarak yapılan iyileştirmelerin yanında,
eğitimi daha da geriye götürecek dayatmalardan ve ezbere yönelten sistemlerden
vaz geçilmelidir. Çocuklarımıza geleneklerimizin, örf adetlerimizin
öğretileceği, Köy Enstitülerinin günümüze uyarlanmış modeli esas alınarak
uygulamalı eğitim sistemine geçilmesi ile daha birikimli ve eğitimli bir kuşak
yaratabiliriz. Cumhuriyet Dönemiyle birlikte Mustafa Kemal Atatürk tarafından
başlatılan kültür seferberliği örnek alınarak çağdaş kültürel etkinlikler öne çıkartılmalı ve bu
yönde çok titiz bir çalışma dönemine girilmelidir.
Unutulmamalıdır ki, kültürel değerlerle
desteklenmemiş, uygulamalı eğitim yerine ezberciliğin desteklendiği modellerle
çağdaş yaşama ayak uydurmamız olanak dışıdır. Bu sistemler yerine ezberciliği
destekleyen sistemlerde ısrar edildiği sürece, verilecek eğitimlerle dünya
görüşüne uzak, çok yönlü düşünemeyen tek tip insan modelleri yetiştirmeye devam
ederiz. Bu yaklaşımlarla da çağdaş bir yaşamı, toplumsal barışı yakalamamız
hayal olur. İyi haftalar..
/Sadi SUBAŞI
08 Ekim 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder