Yerleşim alanları insan yaşamının hafızası gibidir,
her taşında, ağacında, sokağında, camisinde, çeşmesinde yaşadığımız günlerin
acı tatlı anılarını barındırır. Yaşamın ilerleyen yıllarında zaman zaman
bunlara bakarak geçen günleri buruk ama doyumsuz bir tat ile anımsarız.
Okuduğumuz okul,
yaz tatillerinde sürüklenerek gittiğimiz cami müştemilatlarındaki kuran
kursları, teneffüs aralarında toz, toprak
yuvarlanıp yaptığımız hınzırlıklar hala
belleğimizde aynı heyecanı ile durmuyor mu? ilk aşkımız,ilk acemi öpüşmelerimiz, ilk sigara
içmelerimiz, komşunun bahçesinden
olgunlaşmaya fırsat bulamamış erik çalmalarımız, köşe başı
büfelerden cebimizdeki beş, on kuruşları
denkleştirip dal işi sigaraları zulalayıp
ırmak aşağısında ilk şarap
içişimiz,ilk cuma namazına gidişimiz, ilk cenaze törenine katılışımız hayatımız
tüm ilklerini anımsadıkça o ilkleri yaşadığımız çoğu ölüp gitmiş kankalarımızı
anımsadıkça hangimizin gözleri
yaşarmıyor,hangimizin boğazı düğümlenmiyor dostlarım?
Çocukluğu ve ilk gençliğini bu kasabada yaşamış olup adadaki mahmuzlarda
"çimmemiş" ölümle dans edercesine kulaç atmamış olanımız var mıdır?, kaçımız parkçı muzafferin mekanı park çay ocağında açık pastura, gel-gelli poker oynamamıştır. Stadyumdaki
bayram törenlerinde Mayıs güneşinde hangimizin kolları bacakları istakoz misali
kızarmamıştır. Anlı şanlı sinemalarımızda suare aralarında okul müdür
yardımcılarına yakalanmamak için on dakikalık film aralarını sidik kokulu tuvaletlerde
saklanarak geçirmemişizdir? Hangimiz pazar günlerinin kutsal bir ayine gider
gibi büyük bir zevk ve iştiha ile merdivenli sokaktaki Halil usta fırınını
önünde içtima almamıştır? Yaz akşamları uzun çarşıdan Emin dayı büfesinden
sıcacık kavrulmuş tuzlu fıstık ve ayçekirdeklerini cebine doldurup yazlık
sinema bahçelerinde saatlerce çekirdek çitleyerek ilk vizyon yabancı filmleri
izlememiştir? Ya mahalle kavgaları, ötca gece-beri gece çekişmeleri, mahalleler
arası futbol maçlarında sesimiz kısılana kadar yaptığımız amigolukların
çığlıkları hala bir eski duvarda, bir yaşlı ağaç dalında asılı durmuyor mu?
Tüm canlılar gibi şehirlerde doğar büyür ve ölürler
dostlarım. Yalnız "Kasabaların ölümü" daha ağlangaçlı oluyor, daha
bir can yakıcı geliyor bana, bunu ilk kez Merdivenli sokaktaki pidecimizin
yıkılışında hissettim, yeni yapılacak olan belediye SARAYImız için yapılan
istimlak ile birlikte çocukluğumun,ilk gençliğimin doyumsuz anılarını da yıktıklarında
hissetmiştim, eminim benimle birlikte bu acıyı o dönemde yaşanmışlığı olan tüm hemşerilerim
hissetmiştir. Ama insanoğlu acıya şerbetli derlerdi çok doğru imiş. İlerleyen
yıllardaki değişen konjöktür ve dışardan ithal yaşam algısı bu yıkımları daha
vahşi bir boyuta taşıdı. Çarşamba’nın
asıl sahibi olan soylu insanlar birer ikişer göç etmeye başladılar -bir daha
dönmemecesine- giderken tüm anılarını ve yaşanmışlıklarını da beraberlerinde
götürdüler,köyden hızlı bir göç başladı Çarşambaya, bu iki yönlü göç furyası o kadar ani ve hızlı
olduki yaşanacak travmanın sancılarını
yıllar sonra hissetmeye başladık.....
Bugün yaşadığımız
"nostaljik" sancıların sonuncularıdır hissettiklerimiz. Yeni Çarşamba’lılar
için ne uzun çarşının bir anlamı vardı, ne Ali baba'nın. Nurettin Tarı onlar
için sıradan bir kasaba bakkalı idi, bizim için bir kültür anıtı olan Eşref Aka
onlar için artık herhangi bir gazete bayii, Bizim için bir münevverler kulübü
olan Şehir kulübü ise onların gözünde bir "işret" ocağı gibi
görünüyordu bize ait ne varsa hoyratca tükettiler yeni komşularımız, artık
paranın ve köylülüğün saltanatı başlamıştı, galvaniz el yapımı tenekelerde
eşşek sırtında evlerimizdeki içi sırlı küplere kaynak suyu taşıyan sakalarımız
bile, pet şişeli fabrikasyon klorlu sularına hükmen yenik düştüler.
Çarşambanın bu konjöktürel yeni sahipleri
köylerinin kültürlerini de beraberinde getirdiler. Artık çöplerimiz için çöp
bidonlarına ihtiyaç kalmadı. "Annemler bu akşam müsaitseniz size
misafirliğe gelecekler" anlayışı siyah beyaz televizyon dizilerinde komik
bir replik olarak anılır oldu. Yeni okullar yeni öğretmenler ve hızla artan
kontrolsüz nüfus kasabamızın ağır çekim film gibi yaşamını da etkilemişti,
herkesin birbirini tanıdığı, MERHABA’laştığı Çarşamba ölmüştü adeta. Yeni komşularımız
kasaba yönetiminde de haklı olarak yer almak istediler. Devir "mühür
kimdeyse SÜLEYMAN odur" devri olmuştu, yeni yöneticilerimiz
çocukluğumuzun, ilk gençliğimizin anılarını besleyen tüm köhne(!), binaları
yıkmaya başladılar. Artık ne Saray sinemamız var, ne Güneş sinaması. En son
Yıldız sineması kalmıştı yaralı bir serçe kuşu misali melül mahsun duran, bir
mürteci vakfı arsasına tamahen zimmetine geçirdi orayı da.
Çocukluğumuzun, öğrencilik yıllarımızın en güzel
anılarının arenası Şehir stadını da yıktılar geçen yıl. Şimdi yerinde 3oo
dairelik şaibeli-ucube bir apartmanlar yığını ve yeni ÇARŞAMBALI, yöneticilerimizin "Ahde
vefa" anlayışları gereği bize armağan ettikleri, temeli yüzlerce mahalle bakkalı ve esnafının ahı, bedduası
ile harclanmış anlı şanlı VEFA AVM’miz
var nur topu gibi. Hepimize hayırlı olsun. Unutmadan söyleyelim AVM’mizin son
sistem ses teknolojisi ile donalı birde butik sinema salonu varmış, ben gidip
görmedim görenlerin yalancısıyım, "gidip görmedim, görmek istemedim"
,"içimdeki Saray, yıldız ve Güneş sinemalarımızın aziz hatıralarını
öldürmemek için." Ama en çok
ağladığım olay; içinde yüzlerce yıllık manolya ağaçlarının mis gibi koktuğu
ortasındaki ışıklı fıskiyeli havuzu ile yaz gecelerinde birbirinden şık bayanların
zarif kibar sohbetlerini yaşatan şehir parkının bir amele parkına
dönüştürülmesi olmuştur. Dostlarım, kasabamızın
kadim insanları, insan hatıraları ile birlikte büyür, yaşar ve onlarla
ölür, hatıralarınızın zamansız katledilmesine
izin vermeyin. Dememin bir anlamı kalmadı artık, ÇARŞAMBA eski ÇARŞAMBA değil.
ÇARŞAMBALI eski ÇARŞAMBALI değil, "BAKİ KALAN KUBBEDE BİR HOŞ SEDA
İMİŞ.
/Cemil BİÇER
10.03.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder