İlkadım Bisiklet Şenliği /Samsun, 02 Ekim 2011
Bisiklet
Hırsızlığı
Sonunda ben de bisikletimi çaldırmayı becerdim.
Evet bisikletimi hırsızlar çalmadı, ben çaldırdım. Hırsızlık vakalarının
sonunda suçlanan kişi hırsız değil de hep malı çalınan kişi değil midir? Hırsızın hiç suçu yoktur. Malum Nasrettin
Hoca fıkrasıdır. Evine hırsız girer, ne var ne yok alır götürür. Komşular
Hoca’ya yüklenmektedirler; niye kapını kilitlemedin? Niye evine göz kulak
olmadın?... Bizimkisi de o hesap. İşimi bitirip bisikleti bıraktığım yere
döndüğümde yerinde yeller esen bisikletimi göremeyince çevremdeki insanlara
“burada bir bisiklet vardı, gördünüz mü?” diye sorunca aldığım cevap da benzer
olmuştu; ”buraya bisiklet bırakılır mı?” “Birisine emanet etseydin ya…”
Ladri Di
Biciclette
Bisikletimin çalındığını anlayınca doğrusu ilk
aklıma gelen senaryosunu Cesare
Zavattini'nin yazdığı, Vittorio De Sica'nın yönettiği, 1948 İtalyan yapımı
“Ladri Di Biciclette ( Bicycle Thieves ) Bisiklet Hırsızları” adlı drama filmi
oldu. “İşsiz olarak gezen Antonio Ricci, iş bulmasından sonra bir bisiklet satın
alır fakat bir iş esnasında bisikleti çalınır. Polise giden Antonio, polisten
“hırsızları kendilerinin aramaları gerektiğini” duyunca 10 yaşındaki oğlunu
yanına alıp Roma'yı dolaşarak bisikletlerini aramalarını konu alan filmde II.
Dünya Savaşı sonrası yoksul Roma atmosferi içerisinde var olma mücadelesi veren
sıradan bir işçi perspektifinden, umut, utanç ve yitiriliş üçgeni ekseninde
insanlık durumu gözler önüne serilmekteydi. Filmin karakter oyuncusuyla
kaderlerimiz benzeşiyordu.
Ben de bu bisikleti 2005 yılında oğluma almıştım.
2009 yılında emekli olunca onun rızasıyla bisiklet emaneten benim olmuş bu
sahipleniş zamanla bisikleti hayatımın bir parçası haline getirmişti. Ara sıra
yürüyüşlere çıksam da her yere bisikletle gider olmuş bisiklet adeta benim elim
ayağım olmuştu. Küçücük emekli maaşıyla kirada oturan, iki çocuğu da okuyan 4
kişilik bir aileyi geçindirme formüllerinin çoğunu bu bisikletin sırtında
“kaçış planlarımı uygularken” geliştirmiştim. Şimdi, kaybolan umutlarıma mı
yanayım yoksa çalınan bisikletine üzülecek, çalanlara öfkelenecek oğlumun his
dünyasında esecek fırtınalara mı? Filmin bir sahnesinde polis memuruna
"Benim için ne ifade ettiğini bir bilseniz" diyen film kahramanının
dramını ben şimdi yaşıyordum. Bisiklet benim umudum idi, geleceğim idi,
mutluluğum idi.... Bisikletimle birlikte bunların da çalındığının farkındaydım.
Hırsızlık
“Hırsızlık, yazılı kanunlar ya da toplumsal
meşruiyet düzeyinde mülkiyeti kendine ait olmayan bir nesneyi, izinsizce
alıkoyma, kullanma, nesneden menfaat temin etme işidir.” Bizim kültürümüzde
hırsızlık, insanlık için “meş’um” bir davranış olarak tanımlanmıştır. Meş’um
kelime olarak eskimiş, uğursuz anlamı taşır ve birilerini aldatmak, dolap
çevirmek ya da ahlaksızlık yapmak demektir. Bu kişilere her zaman hadleri
bildirilir. Ancak günümüzde gelinen nokta hiç de içaçıcı değildir. Her ne kadar
kendi değerlerimizi terkedip taklidine koyulduğumuz Avrupa’da “mülkiyet” kutsal
sayılsa da yaşanan gelişmelere bakınca bu kutsiyetin “zenginlere” mahsuz olduğu
görülmektedir. Örneğin, Hollanda ve Norveç gibi ülkelerde bisiklet hırsızlığı
hat safhadadır. Bir habere göre;” Norveç'in başkenti Oslo'da günde en az 15
bisiklet çalındığı belirtiliyor.
Oslo Belediyesi'nden yapılan açıklamaya göre, son
iki yılda bisiklet hırsızlığı vakaları yüzde 54 oranında artmış. Norveç Falc
Biskiklet Kurumu kayıtlarına göre ülke genelinde yılda ortalama 55 bin bisiklet
çalınıyor.” Bisiklet hırsızlığı sanki suç degildir. Bu vakaların polise bile
bildirilmediği söyleniyor. Bildirilse bile bir sonuç alınmayacağı bilinir;
bisikletinizi yanlış yere koymuş, sağlam kilit takmamış ya da düzgün
kilitlememişsinizdir. Hatta “bu durum özellikle Amsterdam'da kimsenin umrunda
bile değildir. Kilitsiz iki bisiklet yanyana ise istediğinizi alabilirsiniz, ya
da yanlışlıkla almanız an meselesidir. Eğer bisiketini aldığınız şahıs şanslı
ise o da sizin bisikletinizi alacaktır. Bisiklet mi bisiklet... Siyah mı siyah…
Sıkıntı yok… Komün hayatı dedikleri bu olsa gerek…
Hırsıza Kilit
Dayanmaz.
Bana ne Avrupa’dan, yabancı kültürlerden deyip
yüzümüzü yurdumuza çevirdiğimizde karşımıza çıkan “hırsıza kilit dayanmaz”
atalar sözümüzden de anlayacağımıza göre bu durumda hırsızlığın önü alınamaz.
Hırsızlık vakaları her dönemde karşımıza çıktığına gore “tedbir artırmaktan
maada” yapacak işimiz yok. Bu açıdan bisiklet kilitlerine de pek güvenilmemeli.
En iyisi bisikletimizi hiç bir zaman gözümüzün önünden ayırmamalıyız. Hırsızlık
konusunda bir de şöyle bir deyimimiz vardır;” En ayıp iş hırsızlıktır. Onu da
öğren başının altında dursun.” Her ne demekse…
Bisiklet bir
kültürtür.
Ne zaman motor icad oldu mertlik bozuldu. Bisiklet
kimileri için Köroğlu oldu. Oysa bisiklet “eşitlik” demektir, “alçak
gönüllülüktür.” Yerine göre o seni, yerine göre sen onu taşırsın ve gücün
ölçüsünde var olursun. Böylesine önemli bir araca “Bisiklet işte” denilip
geçilince de hırsızların iştahı kabarmaktadır. Çalması kolay, saklaması kolay.
Yakalanması zor, yakalanırsan da cezası hafif ya da yok. Çünkü “alt tarafı bir
bisiklet."
Köyüne
Bisikletle Gitmek.
Dün Almanya’dan gelenlerin arabalarıyla hava attığı
köylerimiz, şimdi şehirlerden gelenlerimizin arabalarıyla hava attıkları
mekanlar oldu. Köydekiler de zaten soruyorlar; “evin var mı? Araban var mı? Hiç
kimse sormuyor ki bunca yıldır şehirlerdesin “sağlığın yerinde mi değil
mi?” Motorlu bir araç sahibi olamamış
birinin köyüne bisikletiyle gitmesi ayıplanıyor olmalı ki abim; ”Her yere git
ama köye bisikletle gitme” derken zannederim bisikletimi küçümsüyordu ama
olsun. O’nun arabasıyla gidemediği yerlere ben bisikletimle hem de defalarca
gidiyorum. Bu gidişim onun gibi araç içine hapsedilmiş ve emniyet kemeriyle prangaya vurulmuş bir
mahkum gibi değil açık havada püfür püfür adeta uçar gibi yüzümde rüzgarın
okşamasıyla giderken kalp, şeker, romatizma, tansiyon, kolestrol vb. yaşa bağlı
hastalıklar benden çoook uzaklarda kalıyor, adlarını bile anmıyorum. Sözün özü
birilerinin alt tarafı bir bisiklet dedikleri “benim bisikletim bana mercedes”
gibidir.
Bisikletime
Nasıl Kavuştum.
Başkaları için önemli olmayan bisiklet, sahibi için
bu kadar önemli olunca çalınma sonrasında da onun yapacakları elbette farklı
olacaktır. Bisikletimi kaybettiğim nokta civarında “…bisikletimi gördünüz mü?”
diye kime sorduysam aldığım cevap “giden gider, bulamazsın, boşuna dolaşma”
olmuştu. Ama ben pes etmedim. Maddi ve manevi mutluluğum olan bisikletle
hukukumu bir anda bitiremezdim ve sıcağı sıcağına takibe koyuldum.
Olay Yeri.
Olay yeri aslında “güvenli” diyebileceğimiz bir
yerdi; Seyyid Kutbiddin Türbesinin de içinde bulunduğu Kökçüoğlu Mezarlığı…
Asrî Mezarlık ve Kıranköy Mezarlığından sonra “Geçmişten Günümüze Samsun’da
Kabir Sesleri” adını verdiğim araştırmamın üçüncü adımı olarak bu tarihi
mezarlığımızda çalışma yapıyordum. Bisikletimi de “emin bir yer” olarak
Türbenin önüne kilitleyip bırakmıştım. Mezarlığın tamamını dolaşıp aynı yere
geldiğimde bisikletimin “iyi saatte olsun”lara uğradığını görünce bisikletimle
dolu dolu geçirdiğim yıllar canlanıp, bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp
geçti.
Hafiye
Filmlerini Boşuna Seyretmedik.
İlk iş olarak mezarlığın çıkış kapılarına yönelip
civarda mukim olan esnafa müracaat ettim. Buralardan olumlu bir sonuç
alamayınca, “daha sonra gelip almak üzere” mezarlık içersinde “gözden ırak”
kuytu köşelere saklanmış olacağını düşünerek buraları kolaçan ettim fakat
nafile. Mahalle aralarına dalmak yerine bisiklet satış ve tamir servislerinin
yoğun olduğu Büyük Şehir Belediye binasının arkasına inmeye karar verdim. Kime
sorduysam hiç olumlu cevap alamamam beni düşündürmeye başlamıştı ki köşebaşında
seyyar satış yapan bir genç “iki küçük çocuğun ellerinde bir bisikletle önünden
geçtiğini” söylemesiyle ilk ipucunu elde etmiştim. Üç tane ufacık çocuğun bir
bisikletle onca yolu kat ederlerken hiç kimsenin onları görmemesi de oldukça
garibime gitmişti. Bakmak-görmek farkı.
İlkadım Belediye binasının yanındaki geçitten
inerek karşıma çıkan ilk tamirciye sorduğumda önce şöyle bir dalıp düşündü ve
onları görmediğini söyledi. Tam ayrılıp gidiyordum ki peşimden seslendi. “Tamam
taman hatırladım; 8-10 yaşlarında üç çocuk ve ellerinde bozuk bir bisikletle şu
sokağa girdiler” dedi. O sokağa yöneldiğimde “çocuklar ve bisikletim”
karşımdaydı. O an onları uzaktan izleyip fotoğraflarını çekmek istedim ama
şarjı bitmişti makineyi açamadım. Gördüm ki zaten bisikletin kilidini kırıp
açmışlardı. Tekerlerin havasını indirmişler ve şimdi de lastiklerini
söküyorlardı. Daha fazla zarar vermemeleri için yanlarına yaklaştım: “Çocuklar
yardım ister misiniz?” diye sorduğumda ikisi anında “topuklayıp” kaçarken
yakaladığım en küçüğünün ise “beti benzi” atmış yüzü gözü korkudan “mosmor”
olmuştu. Korkma dedim. Bir şey yapmayacağım. Ben bisikletimi buldum seni de
bırakacağım ama niye çaldınız diye sorduğumda cevabı ilginçti:”Biz çalmadık abi. Yolun kenarında bulduk. Sahibi
yoktu.” Polise teslim etmeyip affetmem belki hataydı ama “lütfen bir daha
başkasına ait hiç bir şeyi elleme” diye tembihleyip üstüne üstlük bir de başını
sevgiyle okşayıp saldıktan sonra pişmalık dolu o çocuksu masum bakışları,
uzaklaşıp gitmeden biraz daha sürseydi belki o çocuğa da bir bisiklet alıp
hediye etmemin önüne geçemeyecekti.
Netice
İtibariyle.
Siz siz olun “benim bisikletimi kimse çalamaz”
demeyin. En pahalı kilide bile fazla güvenmeyin. Burası kutsal yerdir, şurası
kent merkezidir, orası kültür merkezidir deyip can dostunuzu illet denen o
milletin gözü önüne bırakmayın. Ağızları sulanır, iştahları kabarır,
kendilerini zapt edemez saldırırlar ve sizi bisikletinizden ayırırlar. Canın
yongası bir meta olarak kaybolan bisikleti için insan “alt tarafı bir bisiklet
yenisini alırım” diyemiyor. Şair; “Ölüm Allah’ın emri. Ayrılık olmasaydı” demiş
ya tıpkı onun gibi hayatımızın bir parçası olan bisikletimizden ayrı kalınca
hayat zindan oluyor. Ufak bir ihmalle hayatınız alt-üst olmasın.
Allah kimseyi bisikletinden ayırmasın.
/Çetin KOŞAR
30 Ağustos 2012
http://samsun08.blogcu.com/bisiklet-ve-hirsizlik/12928853
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder