Yaşam, öylesine geçip giden günlerin, birbirini
takip ederek oluşturduğu bir zaman yumağından örülmüş, örneksiz, ilmeksiz,
desensiz, şekilsiz ve renksiz bir hırka değildir üzerimizde duran. Şüphesiz
hayatımızda böyle renksiz ve desensiz anlar vardır. Bize ait olan, bizi biz
yapan unsurların birinden veya birkaçından mahrum olduğumuz anlardır onlar. Ailemiz,
mahallemiz, yaşadığımız şehir, ülkemiz, eşimiz dostumuz, arkadaşlarımız sosyal
aidiyetlerimizi oluşturur. Mensup olduğumuz din, etrafında kümelendiğimiz
fikirler, sahip olduğumuz inançlar, ecdadımızdan tevarüs eden eserler ve adına
medeniyet denilen soyut ve somut mirasın tümü dini ve kültürel
aidiyetlerimizdir.
Sosyal aidiyetlerimizden yoksun olmamız ya da
yanlış aidiyetler kurmamız kişisel olarak mutsuz eder bizleri. Desensiz ve
renksiz hayatlarımız olur. Bu durum, toplumun geneline şamil olmaz çoğu zaman
ve diğer üyelerin desteğiyle giderilebilir, geçici bir durumdur. Ancak aidiyet
sorunu, dini ve/veya kültürel mirasla ilgili ise, toplumun tümünü
etkileyeceğinden sosyal hayatın kendisine münhasır desenlerini ve renklerini
tahrip edici olacaktır. Toplumun dini aidiyetinde olan bir sorun, o toplumun
birliği ve dirliği için ciddi bir tehlikedir. Aynı dine mensup olan ama farklı
yorumları ve anlayışları bayraklaştıran kişilerden müteşekkil bir toplum,
farklı dinlere mensup olduğu halde bir arada yaşayabilen topluluklardan daha
şanssızdır. Çünkü “bana göre böyledir” tavrı inanç haline dönüşünce toplum
ayrışmaya başlamıştır.
Şehirlerin de aidiyetleri vardır. İçinde yaşayan
insanların aidiyetleriyle şehrin aidiyeti doğal olarak aynı olmalıdır. Bu
bağlamda Samsun nereye aittir? Bu konuda teorik ve bir türlü bitmeyen
tartışmalara girme hevesinde değilim. Ancak şehirde yaşayan insanların kendi aidiyetlerini
belirlerken başvuracakları referanslar, bir başka aidiyete tepki olarak
belirlendiğinde kendileri olmaktan, onlara ait olmaktan çıkmış olmuyor mu? “Burası
her yer değil Şehri Samsun” ifadesi bize şehrin hangi tarihi ve kültürel
kökleriyle ilgili çağrışımlar yapıyor dersiniz.
Ama hemen herkes başka bir ilkel sloganı
anımsayabiliyor. “Bize her yer Trabzon” Şehrine sahip çıktığını sanarak üretmiş
olduğun bir slogan sana başka bir şehri hatırlatıyorsa, bir sorunla karşı
karşıyasın demektir. Bütün bu ilkel sloganlara ve karşı üretimlere gerek yok bu
çağda. Küresel kimlikten, dünya vatandaşlığından bahisle kendini ortaya
koymalısın ki; Japonya’dan kalkıp Van’a gelen, tanımadığı, hiç görmediği, dili
ayrı, kültürü ayrı Miyazaki’nin, enkaz altında kalmış bir insanı çıkarma
çabasını ve bu topraklarda enkaz altında kalmasını anlayabilesin ve o ilkel ve
bir o kadar tehlikeli karşı sloganlardan kurtulabilesin.
Şehrin desenini ve çağdaşlığını belirleyen bir
başka tasarruf ta; bu şehri yönetenlerin yaptıklarıdır. Bu iş biraz,
yaşadığınız topluma ve onun değerlerine saygı duyma işidir. Hiçbir gerçekliği
olmayan. Ne bilimsel ne de tarihi belgelere ve bulgulara dayanmayan, tamamen
Yunan mitolojilerinin çağ dışı örneklerinden yola çıkarak Samsuna desen olarak
“Amazonları” layık görmek, en hafifinden bu şehre ve bu şehirde yaşayan bilim
insanlarına ve Müslüman halka saygısızlıktır.
Bu şehirde beş vakit minaresinden azan okunan
“Büyük Camii” nin karşısındaki raylı sistem durağına “Opera” durağı ismini
vermek, bu şehrin nereye ve neye ait kılınmak istendiği konusunu, hep gündemde
tutacaktır. Olmayan bir kültürü bu şehre desen haline getirmek ve bunu yaparken
şehrin aidiyetleriyle oynamak bu toplumun ve şehrin geleceğine ipotek
koymaktır. Biraz saygı ile bu doku uyuşmazlığı giderilebilir. Tarihe saygı. Üniversitede
bu işin ilmini yapan bilim insanlarına saygı. Bu şehirde yaşayan insanların
değerlerine saygı. Geçmişe ve tarihe saygı. “Bir bilene sorun” düsturuna saygı.
07 Ocak 2012
/İbrahim
ÖZBİLGİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder