Gençliğimizin mücahitleri yaşlanıp ahir ömürlerinde
müteahhitliğe terfi ettikten sonra, garip işler oluyor güzel ülkemizde ve bu
arada şirin kentimizde. Muhalefet yıllarında Ayasofya'yı Müslüman ibadetine
açmak için yola çıkan eski arkadaşlarımızın devri iktidarında kıyıda köşede
kalmış kiliselerin bulunup onarılarak Hıristiyan ibadetine açılmasını; onların
savruluşu ve ülkemin geleceği adına dehşet ve üzüntüyle izliyorum.
Tekkeköy'ün Sayın Belediye Başkanı ile Samsun İl
Özel İdaresinin saygıdeğer üyelerinin çoğunluklu bir kısmının Rumlardan kalma
bazı kilise harabelerini halkın kesesinden onarıp -ne demekse- "kültüre ve
turizme kazandırma!" perdesi arkasından ihya etmeye kalkmaları da bana
aynı hüznü ve dehşeti yaşatıyor.
Samimiyetlerinden ve değerlerimize bağlılıklarından
zerre kadar şüphe etmediğim, şüphe etmeyi onlara ve kendime karşı saygısızlık
kabul ettiğim nice zevat da " Tekkeköy'deki (doğrusu Tekkeköyü olacak)
kiliseleri Almanya'daki camiler" ile mukayese yanlışına düşüyorlar.
Almanya'da var olan cemaat -yapmak zorunda oldukları dini ibadetleri için-
kendi paralarıyla kendi camilerini yapıyor. Buradaki olayın bununla uzaktan
yakından benzer tarafı yoktur. Burada olmayan bir cemaat ve yapılmayan bir ibadet
için hiç de ihtiyaç duyulmayan üç kilise birden hem de bu halkın kendi
ihtiyaçlarının karşılanması için bu devlete verdiği vergilerle yeniden
yapılıyor.
Neymiş; kültüre ve turizme kazandırmakmış!
Başbakan'ın ifadesiyle söylemek gerekirse, sevsinler sizin turizm ve kültür
anlayışınızı! Adama sorarlar kaç liralık yatırım yapacak kaç paralık turizm
geliri sağlayacaksınız diye. Adama sorarlar attığınız taş ürküttüğünüz
kurbağayı değdi mi diye. Turizm ve kültür işin perdesi, olay basit bir batı
taklitçiliği, medeni olmanın batıdan aferin almakla eş olduğunun sanılması.
Karardan sonra Tekkeköy Belediyesi ve Tekkeköy
Kaymakamlığı'nın internet sitelerine girdim ve kırk kelimelik üç cümleyle
karşılaştım; şaşırdım ve üzüldüm. Tekkeköy'ün tarihi iki sitede aynı
kelimelerle anlatılıyor, tek metin iki sitede birden kullanılmış. O kırk
kelimelik üç cümle aynen şöyle: "Osmanlı döneminde burada Türkler ve
Bizans döneminden kalma Rum halkı barış içerisinde yaşamışlardır. Ancak I.
Dünya Savaşı sırasında Türk ve Rum halkı arasındaki barış bozulmuştur. Kurtuluş
Savaşı sonrası yapılan Lozan Antlaşması gereği buradaki Rum halkı Batı Trakya
Türkleriyle yer değiştirmiştir."
Ne demek "Ancak I. Dünya Savaşı sırasında Türk
ve Rum halkı arasındaki barış bozulmuştur" demek? Ne barışı, ne bozulması?
Rumlar resmen devletlerine ihanet etmişlerdir, mesele de bundan ibarettir ve bu
kadar basittir? Gerçek niye gizlenir, niye tek emeli vatanını savunmak olan ve
bunun için aslan gibi evlatlarını cephelerde bırakan Türk halkı ihanet içindeki
Rum azınlıkla aynı kefeye konulur ve barışın bozulması denen uydurmanın bir
tarafı olarak ilan edilir? Bu kendinden korkmak, kendinden utanmak ve
gerçeklerden kaçmak neyin nesi? Mübadeleyi Milli Mücadeleye ve Lozan'a bağlamak
ve sanki Rumların gidişine hayıflanmak! Biz Milli Mücadeleyi yapsak da yapmasak
da gitmeyeceklerdi eğer ihanet etmeselerdi. Gidişleri Milli Mücadelenin ve
Lozan'ın dayatması değil ihanetlerinin sonucudur. Keza Balkan Türklerinin
gelişleri de tamamen Yunan zulmünün neticesidir. Hainlerle mağdurları aynı
kefeye koymak niye?
Beyler, bu pilav madem ateşe konuldu, daha çok su
kaldırır; yeri ve zamanı geldikçe konuyu tekrar tekrar ve tüm boyutlarıyla ele
alırız. Ancak şu kadarını söyleyelim ki, bu kararı almak başkadır, uygulamak
daha başkadır. Ben gerek Samsun Valiliği'nin ve gerekse Samsun halkının bu
paranın o hayale harcanmasına izin vereceğini sanmıyorum.
12.08.2011
/Osman KARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder