Bayram yerine gidecektik. Sabah erkenden kalktım.
Evden çıktım. Hava çok güzel güneşliydi. Bakkal Hasan'ın radyosundan marşlar
çalıyordu. Evimizin avlusunun karşısında kücük bir bakkal işletiyordu. Bir tek
onda radyo vardı mahallede. Her sabah erkenden radyoyu açar sanki sebil yapar
gibi sesini sonuna kadar açardı. Mahalle çeşmesine gittim elimi yüzümü yıkadım.
Bütün mahalle bu belediye çeşmesini kullanıyordu.
Hemen evimizin karşısındaki Emin Amuca'mın evinin
önüne gittim. Camı tıktıkladım. Aydın Ağabey'ime seslendim. Bizi bayram yerine
o ve arkadaşı Hüseyin getirecekti. Aydın şehirde orta bire, Hüseyin İmam Hatip
Lisesi'nin birinci sınıfına gidiyordu. Şehri biliyorlardı. Ben Aydını beklerken
diğer arkadaşlarım Mehmet, Mustafa, Memiş, Selahattin, Necati de yanıma
gelmişti. Önce Hüseyin geldi. Aydın da evden çıktı. Hadi gidiyoruz dedi. İlk
defa yanlız başımıza şehre gidiyorduk. Tek sıra yürümeye başladık. İp gibiydik.
En boysuzu ben en arkada, Daltonları andırıyorduk.
Köprüyü geçtikten sonra Aydın bizi üst mahalleden,
Elli Altılar'dan getirdi. Müthiş güzellikte bir caddede yürüyorduk. Ön bahceli
2 katlı evler rüya gibiydi. Bahcelerdeki çiceklerin kokusu her yanı sarıyordu.
Bu evlerde Amerikalılar oturuyordu. Samsun'da o zaman Amerikan radarı vardı.
Bazı evlerde de doktorlar gibi elit aileler yaşıyordu. Bizim çoğu tek göz küçük
odalardan oluşan kulübelerimiz onların köpek kulübelerinden kötüydü. Ama
mahallemizi çok seviyorduk. Daracık sokakları alçak damları bizim için hep oyun
alanlarıydı. Gözlerimiz bir o evde bir bu evde bayram yerine gelmiştik. Atatürk
Heykelinin önünde töreni izlemeye başladık. Askerleri avuçlarımız patlarcasına
alkışladık.Yavru kurtlar geçerken cocuklara -Babam beni beşinci sınıfa gecersem
yavru kurt yaptıracak, dedim. Henüz birinci sınıfa gidiyordum. Birbirimizi sıkı
sıkı tutuyorduk. Kaybolmaktan korkuyorduk. Bayram yeri çok kalabalıktı.
Birden sert bir rüzgar peşinde sağnak yağmur
başladı. Herkez kaçışıyordu. Aydın -Gelin cocuklar meydana doğru gidiyoruz,
dedi. Tekrar kuyruk olup saçakların altından yürümeye başladık. En arkada ben
ayakkabılarımdan cıkan lap lap sesleriyle sanki ritm atıyordum. Büyük selden
sonra okulumuza gelen Kızılay Ekibi öğrencilere giyecek yardımı yapmıştı.
Banada önden cıtcıtlı lastik ayakkabı vermişlerdi. Ayakkabımı hor
kullanıyordum. Şimdi ayağımdaki ayakkabının topuğu düşmüş terlik gibi olmuştu.
Ayakkabımdan sıçrayan çamur sırtıma kadar çıkmıştı.
Divan Pastanesinin önünden geçiyorduk. Cadde
kenarındaki masada oturan bir beyefendi bana seslendi. -Küçük buraya gel.
Otoriter bir sesti. -Buyur amuca, dedim. Hulisi Kentmen tipindeki beyefendi
yanında süslü şapkalı hanımı ve biz yaşlarında kızı ile pasta yiyorlardı.
Beyefendi cebinden 2,5 liralık çıkardı.-Al bunu git kendine bir ayakkabı al,
dedi. -Yok amuca, dedim -Bana babam ayakkabı alacak, dedim. Kaşlarını indirerek
-Bana bak oğlum. Al bu parayı git, ayakkabını al gel burada göreceğim,.dedi.
-Ama, dememe kalmadı parayı avucuma sıkıştırdı. Hanımına, kızına baktım yüzümün
kızardığını hissettim. Döndüm koşmaya başladım. Kuyruktan bayağı geri
kalmıştım. Koşarak Aydın Ağabeyimi yakaladım. -Ağabey, dedim. -Pastahanede bir
amuca bana 2,5 lira verdi, gidip bir ayakkabı alacam ve ona gösterecem. -Hani
para, dedi. Avucumda sıkı sıkı tuttuğum parayı ona verdim. Paraya baktı -Hadi
cocuklar Meşhur köfteciye gidiyoruz, dedi. Ben onun yüzüne bakarken. -Ne
bakıyorsun zaten hepimiz açız. -Ama gaco... -Yürü oğlum bir daha seni nerede
görecek...
Arkama baka baka kuyruğu takip ettim. O İstanbul
beyefendisini hiç unutmadım. O zamanlarda Samsun'da İstanbul beyefendilerinin
sayısı çoktu. Sonra kayboldular yerlerine köylü kurnazları doldu.
Ahh Amucacığım, yaşıyorsan Allah sana iyilikler
versin. Yaşamıyorsan Allah sana, senin gibilere rahmet eylesin.
/Metin
ÖZBASKICI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder