Rasathane köprüsünün altından geçerken görürsünüz;
en az üç-beş adam köprünün altında beklemektedir. Çoğunluğu köyünden geçim
sıkıntısı nedeni ile kente gelen, varoşlarda yaşamaya çalışan evine ekmek
götürmek için gündelik ne iş olursa yapan yurttaşlarımızdır. Bazen öğle
saatlerinde oradan geçtiğimde onları yemek yerken görürüm; Menü; soğan
ekmek'tir...
Bir otomobil yanlarında durduğunda sanki birisi
arkadan itiyormuşçasına çöktükleri yerden kalkarlar ve otomobilin etrafına
doluşurlar. Ardından sessiz ve umutsuz bir itişme ile işi birbirlerinden
kapmaya çalışır yaşlısı, genci... Bu yoksulluk tablosunda gözümüz ister istemez
yaşlılara daha fazla takılır. Çünkü vicdan onları oralarda görmekten
rahatsızdır... İnsanın yaşlılığında geçinebileceği, bu şekilde sokaklara
düşmeyeceği düzenli bir geliri olması gerektiği düşüncesi bir kez daha
belleğimizde canlanır.
Yapılması gerekenleri düşünmekten öte bir şey
yapamadığımız içimize dert olur. Sonra gözden uzaklaşınca unutulur; Yaşlılar...
Yoksullar... Ama ne kadar görmezden gelinse de, unutulsa da yaşam kendisini
hatırlatır...
Bir gün küçük kızım sordu: "Baba, neden yaşlı
amcalar ağır yük taşıyorlar?" Etrafında o kadar ilgisini çekecek şey
varken neden buna takıldığını düşünürken ısrarla aynı soruyu yineledi... Nasıl
bir yanıt vermem gerektiği üzerine düşünmeme bile fırsat olmayan o talihsiz
anlardan birine yakalanmıştım. Çaresiz yanıtladım: Para kazanmak için...
Bir an duraksayıp hüzünlü bir sesle karşılık verdi:
Yazık değil mi! Yoksulluğun, sosyal adaletsizliğin, eşitsizliğin iyice
belirginleştiği yaşamımız için bambaşka bir uyarıdır bu; Apaçık... Yüzümüze
karşı... Kaygısızca...
20.10.2010
/Dr Murat
ERKAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder