Zaman zaman yazacağım konuya girmekte ve acımasız
gündemin karamsarlığından, kendimi kurtarmakta hayli zorlanıyorum. Açıyorum
gazeteleri; okudukça ve karıştırdıkça içimi bir karamsarlık bir bedbinlik sarıyor
ki, sormayın gitsin! Bu halet-i ruhiye içinde okuduğum gazetenin iç sayfaları
da karıştırdıkça daha bir kötümser oluyorum ki, dayanılır gibi değil.
Aslında
hep söylenir durur, ilmi bir tarafı var mıdır? Bilmem. İnsan psikolojisi ne
kadar etkilenirse, ne kadar bunalırsa bunalsın 21 veya 23 günden sonra, her şey
insana daha normal gelir, daha bir olumlu bakar hayata diyerek, ironik bir
tanım getirilir karamsarlığa. Ama öyle olamıyor ki, öyle 21 gün beklemeden bir
yeni olumsuzluğa duçar oluyoruz, yeni bir karabasan oturuyor günün tam da
ortasına, kurtarabilirsen kurtar kendini.
Bu ülkede
yaşayanların kaderi midir yoksa bu ülkenin çok gelişmişlik kriterlerine
oturtulduğu veya ufkumuzun çok parlak olduğu söylenirken çok mu abartılıyor
durumumuz bilmiyorum bilemiyorum. Ya da gerçek gündeme bakmamız gerektiği gibi
bakamıyoruz mu acaba?
Benim
duygularım sadece bana da ait değil aslında. Gördüğüm kadarıyla birçok kişi
yerinden hop oturup hop kalkıyor. Çoluk çocuğuna bağırıp çağırıyor,
etrafındakilere kızıyor, okuduğu gazetedeki yazarçizerlere, televizyon veya
radyoda dinlediği sunucuya, velhasıl ülkeyi idare edenlerden tutunda yerelde en
yakın olduğu mahalle ve köy muhtarına kadar herkese ama herkese kızıyor ama
elinden bir şey gelmeyince de kendine kızmaya başlıyor. Neden bir çare
bulunamıyor bu olumsuzluklara diyerek kendi kendine dövünmeye başlıyor.
Acizliğine çaresizliğine, basiretsizliğine neden olanlara; ağzına ne gelirse
sövüp sayıyor. Şayet yaşı genç ise tecrübesizliğine, yaşı kemale ermişse; kollarında
kalmayan dermansızlığına, gözlerinde kalmayan ışığa, başındaki dökülen, ağaran
saçlarına, o anda neresi geliyorsa aklına, kendi uzuvlarından çıkarıyor boşuna
geçirdiği yılların acısını.
Bu kadar
çaresizliğin üzerine ne yazılabilir ki makale olarak. Şimdi hamaset ve de
cesaret türünde bir şeyler yazmak pek bir mana da ifade etmez ki. Hatta kimseyi
de ilgilendirmez, ilgilendirmemesi de çok da normaldir.
Adamın oğlu,
gelecek garantisi, gözünün nuru, askere vatan bekçiliğine gönderdiği biricik yavrusu
kahpe kurşunlarla hain pusularda yok olmuş, getirip koymuşlar kapısının önüne ölüsünü.
Zavallı bağırıp çağıra götürmüş koymuş toprağın kara bağrına, sen bu acıyı
hissedemezsen yüreğin titremezse kelimeler boğazına düğümlenmezse nerede kaldı
insanlık, nerede kaldı babalık.
İşte bu
yüzdendir ki sevgili dostlar bu gün yazı muhteviyatına girmekte zorlanıyorum.
Bu gün, her zaman içinde duymaya alıştıklarınızı okuduklarınızı
duyamayacaksınız benden. Sizin sitemkâr, sizin alışılan bir yazı sonrasında dudaklarınızdan
çıkacak her ne şekilde olursa olsun diyeceklerinizi, ben kendi kendime ağır bir
biçimde söylüyor ve eleştirmek istiyorum kendimi. Çünkü bugün ne kentin, ne
aracın, ne de toplu yaşamın kritik edileceği, yazılacağı gün değil, bu gün
ölümün, bugün acının, bu gün karalar bağlamanın günü. Beni başkaca hiçbir olay
ilgilendirmiyor şimdi. Benim, kendi kendime bile “Hadi Oradan” demek geliyor
içimden.
İyi Haftalar.
20.07.2011
/Sacit ACAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder