Londra'da yaşayan bir mimar dostum telefon etti
"bir İngiliz mimar meslektaşım Türkiye'de gelişen kentler ile ilgili bir
araştırma için geliyor,lütfen Samsun'a geldiğinde ilgilenirmisin" diye
peşinden de hınzırca bir kahkaha attı "kafa dengidir her yola uyar"
diye buna sevindim zira İngiliz gavurunu bilirim soğuk nevale gibidirler aç
karnına hiç çekilmezler ama dostumun ricası başım gözüm üzredir,Hava alanında
konuğu karşılamaya gittim dış hatlar peronunun önünde elimde Micchella Cowrand
yazılı dövizle bekliyorum tüm yolcular çıkıp gitti bizimkinden ses soluk yok
" arkadaşıma mahcup olacağım küçücük hava alanında bir "gavura"
sahip çıkamadım" diye hayıflanırken elinde kocaman bir çanta ile bir
afet-i devran cins-ü latif gülümseyerek bana doğru geliyor ki sanırsınız
Holwood platolarından bir start,buz mavisi gözlerini kırparak elini uzattı
"Hello mıster Biçer,"hayatımda çok güzel kadın gördüm bir çokları ile
halvet oldum ama bu yaşta böylesi bir cins-ü latif ile karşılaşmadım desem inanın"Tezgahtar
düzeyi İngilizcemile kafa göz yararak hoş beş ettikten sonra konuğumu
"gezi planını yarın uygularız önerisi ile otele dinlenin ve yerleşsin
diyerek Şehrimizin bende çok güzel anıları olan güzide oteli VİDİNLİ oteline
yerleştirdim.
Ertesi sabah birlikte kahvaltı yapıp şehri gezmeye
çıktık ben doğma büyüme Samsunlu olmakla övünürüm ama o andan itibaren öğrendim
ki Samsun'u hiç bilmiyormuşum Güzeller güzeli mimarımın mihmandarlığında bunu
utanarak öğrenmiş oldum. Bu utanç bana yeter.
Konuğum öyle hazırlıklı öyle planlı gelmiş ki iki
gün içinde Samsunu yeniden keşfettim, benim bildiğim Samsun "Çiftlik
caddesi, mecidiye, Gazi parkı bir iki kıytırık müze müsveddesi, bir kaç tanede
ilgisiz ve bilgisiz eller tarafından restore edilmekte aslını unutmuş cami bir
de meşhur kilise..."
Ama ben hep misafirimi yeni açılan medarı
iftiharımız AVM’ lere ve Toki sitelerine, Atakum sahiline doğu ve batı parka
yönlendiriyorum ki İngiliz gavurları(!) görsün bizim de şehir planlamacılığında
hiç te kendilerinden aşağı kalmadığımızı. Hele batı parkta ki balık
lokantalarında raki-balık muhabbeti yapıp üstüne birde Amazon heykelinde Törkiş
kahve içirebilsem akşam kandili Vidinli'de söndürürüz planları yapmaktayım.
İlk gün misafirimin mihmandarlığında Samsun şehir
merkezinde ki Rum ve Ermeni hemşehrilerimizin apartmanlaştıramadığımız
konakları inceledik, misafirimizin kaldığı otelin neredeyse karşısına düşen
Mcdonalds binası meğer cumhuriyet döneminden önce Avusturya Macaristan
konsolosluğuymuş, az ilerisi ise yıllarca annelerimizin, teyze ve
komşularımızın çalıştığı eskiden Fransızlara ait olan Reji tütün fabrikası var,
belki de yapılabilecek en kötü şey yapılmış alışveriş merkezine dönüştürülmüş,
reji kompleksine aitmiş gibi duran bizim zamanlarımızın askeri hastanesinin
şimdi ayakkabı satılan binasına bakarak iç geçiren misafirim ahhh, polihron
oteli ahhh sende kalmak vardı ya bu gece diyerek bana bilmediğim bir şeyi daha
öğretecekti, polihron oteli zamanın en iyi otellerinden,resepsiyondakileri,n 5
-6 yabancı dil bildiği söyleniyor polihronun anlamı yunanca iyi yıllar demek,
otelde yüz yıl önce bile olsa kahve altı alabiliyor, banyo yapabiliyorsunuz,
üzgün gözlerle binayı süzüp, istiklal caddesinin girişine doğru yönleniyoruz,
misafirim yine rahat durmuyor geçmişe ait bir haritayı inceleyip duruyor şehir
kütüphanesinin önünde durarak burası Osmanlı döneminde mükemmel eğitim veren Fransız
kolejiydi diyor, aman Allah’ım daha neler duyacağız diyorum içimden, yan yana
beton yığınlarının inşa edildiği, yeşilin neredeyse hiç olmadığı istiklal
caddesine giriyoruz, evet kilise caddesine geldik diyor bizimkisi, her adımda
bir yaş daha alıyordum sanki, kilise caddesi de nereden çıkmıştı, yavaş yavaş
ilerlerken eskiden cumhuriyet ilkokulu olan günümüzün sosyal bilimler lisesinin
önünde durmuştuk, anlaşılan yine yeni bir şeyler öğrenecektim, burası dedi bir
zamanlar Cineklion Rum kolejiydi, sağında bulunan 23 nisan ilköğretim okulunun
olduğu yerde de Karadeniz’in en büyük kilisesi olan Aya Triada vardı, şimdi
dursaydı samsun turistten geçilmezdi, o turistlerin kalabileceği yer sorunu da
yıkılan tarihi evlere sahip çıkılarak butik otellerle çözülür, şehrin tarihi
yapısı hiç bozulmazdı, maalesef şehircilik ve tarih konusunda çok kötüsünüz
bunun zararını ileride daha iyi anlayacaksınız diyordu, misafirimin kalacağı günler
çok sınırlı olduğu için gezimizde hiç vakit kaybetmek istemiyorduk, Aya
triadayı geçtikten sonra az ilerideki muhteşem konağı gördüğünde sevinmişti,
hah işte keşke bütün tarihi konakları böyle koruyabilseydiniz,, gerçektende bir
zamanlar samsunun en ünlü bankeri Borluoğlunun konağı göz dolduruyordu, eliyle
işaret ederek karşıdaki binayı görüyor musun işte bu bine 1922 yılına kadar Rum
işadamlarına ait şehir kulübü , sanırım şimdilerde de aynı işlevi görüyor,
büyük bir yangın geçirdiğini öğrendim aslına göre restorasyon yapılmamış,
tarihi bir yapı gibi durmuyor, az ileride geçmişte yine bir Rum aileye ait olup
mübadele sonrası yıldız sinemasının sahibi olan Tarhanlarında oturduğu elmas
hanım konağını görüyoruz, Burger king olarak tarihi bilgilerle değil yiyecekle
doyuran bir yer olmuş,öğlen olmak üzere misafirim yani mihmandarım acıkmıştır,
yemek yiyeceğimiz yeri dikkatli seçmeliyim diye düşünüyorum, çarşambalılar
derneğine ait restoran bize uyar, tarihi bir mekan, bulunduğu yer geçmişteki
samsunu azda olsa yansıtıyor çevrede hatırı sayılır eski konaklar var, sokağa
sanat sokağı diyorlar, misafirim burayı çok seviyor, dikkatli bir çalışmaya
burası çok daha iyi hale getirilebilir, gelenler tarihe bir yolculuğa
çıkarılabilir diyor, sohbete yemekte devam ederiz diyorum, hayatımda bu kadar
fotoğraf çeken birini hiç görmedim ona yemekte fotoğraf çekmeyi yasaklıyorum
gezerken çok acıkmışız yemekte öğleden sonrası için planını anlatıyor, yeni
rotamızın Tekkeköy olduğunu öğreniyor, ve çok şaşırıyorum, küçücük bir yer
orada ne göreceğiz ki?
Çaresiz yola koyuluyoruz, eskiden adının Ökse
olduğunu söyledİği Kutlukent’e varıyoruz, orada Kelkaya köyünün yolunu
soruyoruz adını beğenmediklerinden olsa gerek asimilasyon kokan bir isim
vermişler Altınkaya olmuş yeni adı, gerek ökse, gerek Altınkaya, gerekse Tekkeköy’ün
çoğu köyü yerinden yurdundan edilmiş insanlarla dolu, 30 ocak 1923 te onlara
sormadan atılan imzalarla yurtlarından çıkarılmışlar, çevre halkı onlara
muhacir diyor, bu adı hiç sevmiyorlar, kendi adlandırmaları ise mübadil, neyse Kelkaya
köyünde mihmandarımın aradığı kilise yolun hemen kenarında, dışarıdan
bakıldığında çatısı hariç çok zarar görmüş gibi görünmese de, içeri
girdiğimizde oh mu god ve aman aynı anlama gelen aman tanrım sesleri birbirine
karışıyor, sanki kilisenin ortasına bir meteor düşmüş o derecede bir çukur var,
anlamamak için kör olmak lazım , hayalperest defineciler kilisenin içinde
define aramışlar, perşembedeki Yason kilisesinin küçük bir benzeri olan
kiliseyi daha önce hiç görmemiştim ülkem ve halkım için ilk kez bu kadar
utandığımı hissediyorum, bu bir barbarlık ve tarih katliamıydı, buruk bir
şekilde oradan ayrılarak Tekkeköy’ün Antyeri köyüne doğru yola çıktık, serde
merak yeni yeni başlıyordu. burada ne antı yapılmıştı acaba onu bari öğrenebilirdim
halkımdan, mübadil milleti meraklı nede olsa Tekkeköy’ün içinde hemen bir
tanesini bularak soruma cevap aradım ne antı be agam, bizimkiler buraya
geldiğinde köyün adı Andırya imiş, ona benzesin diye adını yaptılar Antyeri, en
doğrusunu yine bizim meraklı hatundan öğrenecektim, köyün adı Andreandon, Andrea,
Yunanca yiğit, kahraman , er kişi anlamına geliyormuş Andon eki ise Türkçedeki
ler lar ekinin karşılığı, aynı zamanda Andrea, İsa’nın havarilerinden birinin
adı, köyde kilisenin halen durduğunu elindeki notlara bakarak söyleyen yol
arkadaşımla birlikte köye doğru hareket ediyoruz yaklaşık beş dakika sonra çok
güzel bir köyün içindeyiz, kiliseyi hemen tarif ediyorlar elimizle koymuş gibi
buluyoruz, az önceki hüsran yerini büyük bir sevince bırakıyor, çan kuleleri de
dahil olmak üzere aya Andrea kilisesi sapasağlam duruyor iyi bir restorasyonla
turizme kazandırılabilir durumda, bahçesi çiçekler yerine diken ve ısırganlarla
dolu çevresini gezerken çok zorlanıyoruz, buraya yerleşen mübadiller burayı yakın
zamanlara kadar cami olarak kullanmışlar, içinde bazı değişiklikler yapsalar da
özgün hali halen duruyor, yine bol bol fotoğraflar alıyoruz, vaktimiz gittikçe
daralıyor civarda gideceğimiz bir yer daha varmış, adını ancak tabelalardan
biliyorum, Tekkeköy mağaralarını çok duysam da çoğu Samsunlu gibi bende gidip
görmedim, Tekkeköy’ün merkezine tekrar inerek yalnızca bir iki dakika içinde
mağaraların olduğu bölgeye varıyoruz, bir anda Kapadokya da olduğumuz hissine
kapılıyorum bu bir şakamı yoksa rüyamı, onlarca mağara bir anda karşımıza
çıkıyor, biraz ilerledikten sonra antik merdivenlerin bulunduğu kale
kalıntılarına varıyoruz, bu güzelim tarihi alanda orada yaşayanlardan ve bizden
başka kimse olmaması beni şaşırtıyor, oyun oynayan çocuklardan ileride bir müze
olduğunu öğreniyoruz, Chp’nin meraklı belediye başkanı Hayati Tekin hiç bOş
durmamış, müzedeki eserlerin çoğu imitasyonda olsa oradaki bilgilerden bölgede
palelitik çağlardan itibaren 14.000 yıldır yaşam olduğunu öğreniyoruz, o
devirlere ait insan figürleri bahçenin her yanında var, adeta canlıymış
görüntüsü verilmiş, buraya daha önce nasıl gelmemişim bilmiyorum, ya yeterince
tanıtılmamış yada merak yok, mağaralar zarar görmesin diye girmek tehlikeli ve
yasaktır tabelasına riayet ediyor, misafirimin dinlenebilmesi için kalacağı
otele doğru hareket ediyoruz , gece için çok düşünmeme rağmen tarihi mekana
sahip bir restoran bulamıyorum, Karadeniz’in lezzetli balıklarını tattırıp
milli içkimizi ikram edebileceğim bir mekan yok, çaresiz, Baruthane
sahilindeki, balıkçı restoranlarından birine gideceğiz, 3 saat sonra
mihmandarımı kaldığı otelden alıp Baruthane sahiline doğru yollanıyorum,
yemekteki konumuz belli oluyor, Amisos antik kenti bu geceki konumuz.
1-ENETE, 2-AMİSENE, 3-AMİSSA, 4-SİNUWA, 5-AMİSOS, 6-PİRE,
7-POMPEİPOLİS, 8-SİMİSSO, 9-CANİK, 10-İSAMİSUS, 11-SAMSOUN, 12-SAMSOUNTA, gibi
Samsunun tarihte taşıdığı isimlerden başlıyorum öğrenmeye, aslında diyor Amisos
kentini hiç bilmiyorsunuz diyor, başta tütün olmak üzere, kereste, kendir ve
siyah havyar gibi ürünlerin bölgeden alınıp kendi ülkeleri ve başka ülkelere
satılabilmesi ve konjoktürel siyasi hesaplardan dolayı 1850’li yıllardan
itibaren açılan konsolosluklar ticari ve siyasi çalışmalarının dışında Amisos
antik kenti buluntularını da kendi ülkelerinin müzelerine göndermişler, bu
konsoloslukların sayısı çoğu kaynakta 13 tanedir, ABD, Almanya, Fransa,
Belçika, İtalya, İspanya, ve İngiltere gibi ülkelerin müzelerinde Amisos antik
kentine ait tarihi eserler sergilenmektedir, Amisos antik kenti en büyük zararı,
kentin kendi idarecilerinden gördüğü gibi, devlet politikası gereği, ABD emrine
verilen Amisos kentinin bulunduğu alan ABD askerleri tarafından talan edilmiş
bilinçsiz yapılan kazılarda şehrin muhteşem sayılabilecek mozaikleri, sütunları,
nekropol gibi yapıları parçalanmış neredeyse, ayrıca binlerce Amisos sikkesi ABD
askerleri tarafından kaçırılmış, epey bir kısmı da internetteki, mezat
firmalarında satılmakta, ben bu topraklara yabancı bile olsam önce insanım ,
bunlar insanlık mirasıdır, yazık olmuş Samsuna ve gelecek nesillere, neler
söylüyordu mihmandarım, içtiğim içki değil anlattıkları beni sarhoş etmişti,
yarın Amisos antik kenti olarak götürebileceğim tek yer Amisos kral
mezarlarıydı , her nasılsa iki tanesini kurtarabilmiştik, diğerleri yerli ve yabancı
defineciler tarafından soyulmuştu,
Sabah Amisos kral mezarlarını ve Fransızlar
tarafından yapılan bir zamanların Ceneviz limanında bulunan Baruthanedeki Feneri
ziyaret edeceğiz bakalım sevgili mihmandarım fener için neler söyleyecek
/Recep YILMAZ - Cemil BİÇER
25.08.2015
http://www.carsambatv.com/koseyazilari/cemil-bicer/samsunu-bir-ingiliz-mimardan-ogrendim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder