Trafik de bir ayrı âlemdi. Bir ara korna yasağı çıktı, Samsun’da taksi dolmuşunun yaratıcısı Rahmetli Koreli, sol kolunu pencereden çıkartır, yolda yürümesini bile bilmeyen yayaları ezip öldürmemek için arabasının kapısına güm güm vurup ikaz ederdi. Sonra ışıklı trafik lambaları geldi, vatandaşa bunların önemi ve değeri anlatılmadığı için insanlarımız bunları uçaklar için sandı! Ne yeşil’in yanmasını beklediler, ne kırmızı’da durma saygısını gösterdiler!
Bin dokuz yüz ellili yıllar, Demokrat Parti iktidara gelmiş, çok şey değişiyor veya yeni geliyor ülkeye. Kimimiz yapılan geniş yollara bakıp devlete, belediyelere mucize yaratanlar olarak bakıyoruz. Kimimiz devlet parasının hükümet yetkilileri tarafından oy verenlere ve ilerde vereceklere cömertçe savrulduğuna bakarak devlete methiyeler yazıyoruz.
Bin sekiz yüz altmış dokuz’da Samsun çok büyük bir yangınla yanıp kül olduğunda, Trabzon Valisi Esat Muhlis Paşa kentin yeniden imarı için bir Fransız mühendis getirtmiş, bu bey şehrin yeni planını çizerken bütün doğu batı doğrultusundaki yolları denize paralel, kuzey güney doğrultusundaki tüm yolları da denize dikey olarak çizmiş. Yaz günlerinin sıcağını denizden gelen serin rüzgârlar taa tepelere kadar taşısın diye dikey çizmiş. Yolları otuz metre genişliğinde çizdiği görülünce, adama deli muamelesi yapılıp kovulmuş! Adamcağız giderken “Ben size bugünün değil, yarının Samsun’unu çizdim!” deyip de gitmiş.
Daha ellili yıllarda bunun eksikliğini görmeye başlamıştık. Saat hane meydanında taş patlasın on taksi, Cumhuriyet meydanında belki ondan da az taksi var iken bunu anlamıştık. Plansız projesiz, kendilerine ve dostlarına imkân yaratmak için şehrimizi mahvedenler ne bu dünyada ne de öbür dünyada huzur bulsunlar. Bugün Belediyelerimiz yüz sene evvel kaçırılan fırsatın yarattığı düğümü çözmeye çalışıyorlar. Baktılar ki şehir içinde imkânlar çok kısıtlı, şimdi ellerinde kalan son gösteri şansını denizi doldurmakla ve sahil yolunu allayıp pullamakla seçim propaganda aleti olarak kullanıyorlar. Şehir içi geri kalmışlığın en utanılacak örneği.
Yine dönelim ellili yıllara, seçim arifelerinde fayton arabalar veya bildiğimiz yük taşıyan at arabaları, üzerinde iki davulcu bir zurnacı, güm de güm, evlerde hasta mı var, yaslı mı var, uyuyan yaşlı veya bebekler mi var demeden “Biz şöyleyiz, biz böyleyiz, bize oy verin! Biz sizin için şunu yaptık, bunu yapacağız!” deyip yeri göğü yıkan bu terbiyesizler şehirde cirit atar, çarşıdaki millet müşterilerinin ne dediğini duymaz, anneler uyuyan yavrularının yanına koşardı!
Trafik de bir ayrı âlemdi. Bir ara korna yasağı çıktı, Samsun’da taksi dolmuşunun yaratıcısı Rahmetli Koreli, sol kolunu pencereden çıkartır, yolda yürümesini bile bilmeyen yayaları ezip öldürmemek için arabasının kapısına güm güm vurup ikaz ederdi. Sonra ışıklı trafik lambaları geldi, vatandaşa bunların önemi ve değeri anlatılmadığı için insanlarımız bunları uçaklar için sandı! Ne yeşil’in yanmasını beklediler, ne kırmızı’da durma saygısını gösterdiler!
Savaş sonrasının sıkıntıları yavaş yavaş geçerken, piyasada artan inşaat malzeme çeşidi, kazanılan haklı veya haksız paralar Samsun’luyu kendini ispata zorladı, o güzelim Osmanlı, Rum, Ermeni evleri yıkılıp çoğu ruhsatsız, çoğu şehir plancılığından yoksun, birçoğu saygısız beton binalar yükselmeye başladı. Mahalledeki ilkokula sınıf ilave edilmeden, o mahalleye gelen su borusu genişletilmeden, o mahallenin kanalizasyon şebekesi büyütülmeden, bir ailenin yaşadığı bir katlı bahçe içindeki evler yıkıldı, bin katlı acubeler yükseldi. İlkokullar da sınıflar yetmez oldu, su yetmez oldu. Ve Samsun’lu maalesef bunun ile iftihar eden vatandaş, Belediyeler bakın biz büyüdük diyen kişiler ve kuruluşlar oldu.
Her seçim öncesi, halktan hiçbir şekilde müsaade almadan Parti yöneticileri bastırdıkları seçim afişlerini vatandaşın yeni boyanmış duvarlarına yapıştırır oldu. Dükkânlara gidildi, vitrinlere bu afişlerin konulması istendi. Herkes olmasa bile, birçok vatandaş ya bunlar seçilirse, seçilince vay sen astırmamıştın deyip başıma çorap örer korkusu ile vitrinlere astılar, evlerinin duvarlarına yapıştırılan afişlere dokunamadılar.
Kapı çalmayan, başlarını kapıdan bile uzatmayan siyasetçiler işyerlerine, peşlerinde dalkavukları, yüzlerinde dört buçuk metre genişliğinde tebessümleriyle gelip, vaatlerin bini bir para anlatır, söz verir, seçimden sonra da yine kayıplara karışır olurlardı. Ve işin en korkunç tarafı babası Galatasaraylı diye Galatasaraylı olan evlatlar, eşler vardı. Baba Demokrat Partili diye, ne adayların kim olduklarını, ne de kim olamadıklarını veya olamayacaklarını düşünmeden o kişilere oy verir, haftasına kalmadan da sitem etmeye başlar, “Allah kahretsin bir hata yaptık bunlara oy verdik, bunlarında diğerlerinden hiçbir farkı yokmuş!” deyip ağlar sızlarlardı.
Bir dakika, özür dilerim, yazımın başlığında bin dokuz yüz elli’li yıllarda yazmadım mı ben! Ben mi hata yaptım yoksa elli senedir değişen bir şey olmadı mı? Yine sürücülüğün s’sine saygısı olmayanlar sokak ve caddelerimizde kan kusturmuyor mu yayalara veya diğer sürücülere? Evet aynen! Siyasetçiler yine o senelerde ki gibi seçimden önce sözler verip, seçimden sonra her verdikleri sözü unutmuyorlar mı? Evet aynen! Dünün faytonlarının yerini minibüsler, dünkü davul zurnanın yerini binlerce vatlık amfilerden çıkan daha büyük gürültüler almadı mı? Evet aynen! Bugün yine dünkü gibi duvarlara çarşaf çarşaf ilanlar yapıştırılıp, yeni boyanmış duvarlara ve bunların sahiplerine saygısızlığa devam edilmiyor mu? Evet aynen!
Demek ki elli senedir değişen bir şey yok! Zaman geçiyor takvim yapraklarında ama biz aynı yerde sayıyoruz! Sadece göz bulamaca var! Sadece insanların kendilerini maddi şeylerle aldatması var! Terbiyesizlik, saygısızlık demek aynen devam ediyor. Ve biz de sanıyoruz ki biz değiştik! Sevgili okurlar değişen hiçbir şey yok! Değişen markalar, fiyatlar, araçlar ve gereçler! İnsanlar olarak silkinemedik, büyüklerimizden görüp öğrendiğimiz terbiyesizlik ve saygısızlıklardan kurtulamadık! Ve işin en acısı da olanları görmemezlikten gelip kabullenmek “Ben tek başıma ne yapabilirim!” demek milli sporumuz olmuş! İnkâr edenler istedikleri kadar etsin, görenler, yaşayanlar ve üzülenler de var onların arasında. Umut işte onların yetiştirdikleri yeni nesilde. Allah yardımcıları olsun! Âmin!
“Bütün bunları yazması kolay, çözüm ne?” diye sormayın bana lütfen. Kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş!!!
Seçimlere kadar her hafta tekrarlayacağım; Lütfen oyunuzu mutlaka kullanın! Seçecekleriniz dindar olabilir, onları seçmekten korkmayın! Dini siyasete alet eden kötü niyetlilerden korkun, lütfen onlara şans vermeyin!
/ Metin Türk İMREN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder