1 Ocak 2014 Çarşamba

Samsun Değişik Kültürlerin Yaşadığı Bir Mozayiktir


Geçmişte görüştüğüm bir cezaevi müdürü, cezaevinde yüz kızartıcı suçtan hiçbir Romanın bulunmadığını, çok az sayıda ki tutuklu Romanın da küçük yaşta kızlarla evlenmek ve aralarında ki kavga suçu ile cezaevinde bulunduğunu açıklamıştı. Evlerimiz de çalışan hiçbir Roman kadının hırsızlığı duyulmamıştır. Onlar eşlerimizin evlerimizi onlara bırakıp dışarı çıkacak kadar güvenini kazanmıştır. Uzun lafın özü, günümüz de yaşanan soygun düzenine bakınca, bu insanların tüm olanaksızlıklarına rağmen dürüst kalmaları alkışlanacak kadar önemlidir. En azından bu özellikleri ile dahi, bu insanların da en az bizler kadar saygıyı ve ilgiyi hak ettiğine inanıyorum. Bu insanlar bu kentin yok sayılamaz bir parçasıdır. Bu kentin bir rengidir.  


SAMSUN DEĞİŞİK KÜLTÜRLERİN YAŞADIĞI BİR MOZAYİKTİR VE 
HER KESİMİN AYNI SAYGIYI GÖRMESİ EN DOĞAL HAKKIDIR. 

Samsun aldığı göçlerle değişik bölgelerden gelerek bu kente yerleşenlerle, çok değişik yöresel kültürleri bünyesinde yaşatmaktadır. Ne yazık ki, geçmişte bu kenti yönetmeye talip olanların akıl almaz bölgecilik anlayışları ile bu insanlar, seçimler sırasında kendi siyasi gelecekleri adına yönlendirilmişlerdir. Bu yanlışlar nedeniyle Samsun’da yaşayan ve yaşamayı sürdürecek olan bir kısım insanımız hala bir türlü Samsunluyum diyebilme bilincini kazanamamıştır. Oysa her zaman altını çiziyorum, doğum yeri neresi olursa olsun, bu kente yaşayan, işini bu kentte kurmuş, hatta mezar yerini burada almış, bu kentte yaşamaktan mutlu olan ve Samsunluyum diyen herkes Samsunludur.
  
Samsun’a sonradan gelerek yerleşmiş olan gurupların en eskilerinden birisi de, bizim “Romanlar” olarak adlandırdığımız insanlardır. 1924 yılında Balkanlardan Türkiye’ye getirilerek yerleştirilen soydaşlarımızın yanında, Müslümanlığı kabul eden bir kısım Roman’da bu sırada Türkiye’ye gelerek çeşitli yörelere yerleşmiştir. 

Üzülerek söylemek gerekirse bu kent Romanlara yeteri kadar sahip çıkamamıştır. Bunda, onların kendilerine özgü yaşam tarzlarının etkisinin olduğu da bir gerçektir. 1950’li yıllarda, bir kısmı şimdiki Samsunspor Tesislerinin bulunduğu ve henüz Doğu Park dolgu alanının yapılmadığı yerde deniz kıyısında teneke kaplı barakalarda, bir kısmı da Mert Irmağının hemen kıyısında ama sanayi sitesinin yan tarafında teneke kaplı barakalarda yaşamaktaydı. Her iki yerde de yaşam koşulları en fakir insanımızın dahi yaşama koşullarından çok daha kötüydü. Evlerini bazen deniz, bazen da Mert Irmağı alıp götürürdü. Doğu Park dolgusu yapılırken bu insanlar da Yeni Mahalleye kaydırıldı.

Romanların yaşamlarını sürdürdükleri o yerleri hatırlayanların çok iyi bilecekleri gibi, yaşam şartları gerçekten insanlığa yakışmayacak kadar feciydi. Evler tek odalı, zemini toprak, kocaman gemelerin ( büyük fareler) cirit attığı, dışarıdaki soğuğun tenekelerle kaplı odaların içinde birebir yaşandığı, görenin inanamayacağı kadar korkunçtu. Aynı odada, hatta aynı yatakta çoluk çocuk birlikte yaşamak zorunda oluşları da işin bir başka çarpıklığıydı. Barakaların etrafı kışın balçık tarlası gibi olur, çocukların çoğu çıplak ayakla bu pislik ve sağlıksız ortamda oynar ve hastalıklarla telef olurdu.   

1990 sonrası Belediye Başkanı olan rahmetli Muzaffer Önder döneminde, bugün 200 evler olarak anılan evler yaptırılarak bu insanlara biraz daha insanca yaşama ortamı sağlanmıştır. Boşalttıkları yerlerine karşılık oturacakları yeni evleri tahsis yolu ile kendilerine teslim edilmiştir. Bu tahsisler Belediye Başkanlığı ve Samsun Valiliğinin onayı ile verilerek, güvence altına alınmıştır. Aradan geçen süreçte artan nüfusları nedeniyle burası da yetersiz hale gelmiş ve 200 haneli mahalle zaman içersinde 300 haneye kadar artmıştır.

Bu insanların yaşamını yakından bilen insanlardan birisiyim. SAM-SEV’ İN kuruluşundan sonra yaşadıkları ortamda ( o zaman hala Mert Irmağı kıyısındaydılar) onlarla söyleşi yapmış ve SAM-SEV Magazinde yayınlayarak orada ki yaşamı belki de ilk kez Samsunlulara tanıtmıştık.

Roman erkeklerinin bir kısmı başta Konak Sineması’nın 19 Mayıs Bulvarı yanında ki yerde olmak üzere ayakkabı boyacılığı ve sıkıştığımızda başvurduğumuz lağımcılık işi ile uğraşırlar. Şanslı olan az sayıdakileri ise, belediyelerde iş bulabilmiştir. Eşleri ise hemen hemen hepimizin evinde temizlik işini yaparlar. Romanlar günlük kazanıp günlük yiyerek geçinirler. Tabii bu şansı yakalayanları ve evine para götürebilenlerin sayısı çok azdır. Büyük bir çoğunluğu işsizdir. Bu insanlar Müslüman olup birçoğu ibadetlerini de yapmaktadır.

İş yerimin Konak Sineması girişinde olması nedeniyle, tam 38 yıldır bu insanlarla yan yana yaşıyor ve onları yakından tanıyorum. Bir kısmı ilaçlarını yıllardır benim eczanemden alırlar. Paraları olmadığı için zaman zaman da borç olarak alırlar. Aynı akşam gelir ve o gün ayakkabı boyayarak kazandığı üç beş kuruşu vererek borçlarını kapatmak isterler. “Başka paran kalıyor mu” Diye sorduğumda, aldığım cevap, genellikle “Olsun, borçlu kalmayayım” olmaktadır. Açıkçası, bu insanlar borçlarına da, ekonomik durumu onlarla mukayese edilemeyecek kadar iyi olanlardan çok daha sadıktır. Kanaatkâr insanlardır. Tüm kötü yaşam şartlarına karşın hayatı seven ve günün keyfini çıkartabilecek kadar da farklı bir yaşam anlayışları vardır. Yapılan iyilikleri unutmayacak kadar da vefalıdırlar. Varsa da kötüleri, toplumuzda ki oranın çok altındadır.

Geçmişte görüştüğüm bir cezaevi müdürü, cezaevinde yüz kızartıcı suçtan hiçbir Romanın bulunmadığını, çok az sayıda ki tutuklu Romanın da küçük yaşta kızlarla evlenmek ve aralarında ki kavga suçu ile cezaevinde bulunduğunu açıklamıştı. Evlerimiz de çalışan hiçbir Roman kadının hırsızlığı duyulmamıştır. Onlar eşlerimizin evlerimizi onlara bırakıp dışarı çıkacak kadar güvenini kazanmıştır.

Uzun lafın özü, günümüz de yaşanan soygun düzenine bakınca, bu insanların tüm olanaksızlıklarına rağmen dürüst kalmaları alkışlanacak kadar önemlidir. En azından bu özellikleri ile dahi, bu insanların da en az bizler kadar saygıyı ve ilgiyi hak ettiğine inanıyorum. Bu insanlar bu kentin yok sayılamaz bir parçasıdır. Bu kentin bir rengidir.

Bu konuya neden değindiğim konusuna gelince;
Bilindiği gibi Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Yusuf Ziya Yılmaz kentsel dönüşüm projesi içersinde, 200 evlerde yaşayan Romanları daha iyi yaşam ortamına taşımak için, TOKİ aracılığı ile yaptırılan yeni evlere yerleştirmeyi planlamıştır. Yapılan evler bitmiş ve Romanların yeni evlerine taşınması gündeme gelmiştir. Düşünülen proje bu insanlar adına büyük şanstır. Ancak, bir süredir bu insanlar endişe içersinde beklemektedirler. Çünkü bu evlere geçebilmeleri için çok büyük miktarlar olmasa da, vadeli olarak onlar için ödenmesi mümkün olamayacak paraların ödenmesi istenmektedir.

Karınlarını dahi doyuracak parası olmayan, çoğu işsiz bu insanların bu kadar parayı bulabilecekleri nasıl düşünülüyor anlamıyorum. Geçen hafta sonu, Büyükşehir Belediye Başkalığı adına Genel Sekreter Sayın Kenan Şara, 200 Evler sakinlerinin üç gün içersinde bu paraları yatırmamaları halinde, TOKi evlerinin başkalarına satılacağını ve Romanların da oturdukları evleri boşaltmaya zorlanacakları yönünde bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamayı çok şansız bir açıklama olarak görüyorum.

Planladığı her şeyi gerçekleştirebilen bir güce sahip Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yusuf Ziya Yılmaz’ın bu işe el koyarak, bu sorunu çözeceğine inanıyorum. Bu insanların sokağa dökülmesine, bir önceki belediye başkanı tarafından kendilerine tahsis edilen yerlerin ellerinden alınmasına hiçbir Samsunlunun vicdanı izin vermez. Gerekirse Sayın Yılmaz’ın öncülüğünde bu kentin dinamikleri bir araya gelerek Roman’ların sorununu çözecek bir kaynak yaratmalıdır.

Hele de, kent planlaması adına, yanlış yer tercihi sonucu mahkemelik olan Yabancılar Pazarı sorunu, İl Genel Meclisi aracılığı ile çözülebiliyorsa, bu garibanların ev sorununun da bir şekilde çözümlenmesi, bu kentin tüm yöneticileri için zorunluluk haline gelmiştir.

Bu insanlar bizlerle birlikte yaşıyorsa, onları da insan gibi yaşatmak ve onlara gerekli saygıyı göstermek bu kentte ki herkesin, ama en önce de bu kenti yönetenlerin görevi olmalıdır. İyi haftalar dileğiyle..

/ Sadi SUBAŞI
08 Haziran 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder