Hemen hiç Türk nüfus barındırmadığı halde bugün
dünyanın hala Osmanlı kalabilmiş tek şehridir, belki de Kastorya...
Osmanlılar'ın Kesriye dedikleri bu dünyalar güzeli kent, yemyeşil ormanlar ile
billur gibi bir göl manzarası arasında sıkışmış tarihi binalardan müteşekkil
küçük bir cennettir adeta.
Balkan Harbi sonrası bölgenin elimizden çıkmasıyla
beraber Yunan topraklarına katılan bu kent, altı yüzyıl boyunca çeşitli etnik
ve dini toplulukların kardeşçe yaşadıkları bir vaha gibiymiş. Müslüman,
Ortodoks ve Musevi cemaatlerinin özgürce ibadet ettikleri, Türk, Rum, Arnavut,
Makedon, Bulgar, Yahudi ve diğer etnik gurupların bir kültür mozayiği
oluşturdukları Kesriye kenti, Osmanlı'nın Balkanlar'daki bir sayfiye yeri
olarak tanınırmış.
Bugün Yunanistan'ın kuzey batısında, Arnavutluk
sınırına yakın bir yerde kalan Kastorya, coğrafyası bakımından bizim Sinop'u
bir hayli andıyor. Sinop nasıl Karadeniz'e açılan bir yarım adaya kurulmuşsa,
Kesriye'nin merkezi de göle doğru uç vermiş bir yarımadaya yerleşmiş... Zaten
tesadüf mü bilinmez, mübadele ile Sinop'tan ayrılan Ortodoksların çoğu da bu
kentin civarında iskan edilmişler...
Yunanlılar,
Osmanlı'dan kalma bilhassa dini yapıların en önemlilerini perişan etmişler.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamseinde sözü edilen ve muhtemelen beşyüz yaşında
olan Gazi Evrenos Camii, mübadeleden sonra 1927'de yıkılmış, yerine bir
bazilika inşaa edilmiş. İki büyük Bektaşi dergahı, Kasım Baba ve Aydın Baba
Tekkeleri ise 1950'lerde yıkılmış... Buna karşın kent merkezindeki Kurşunlu
Camii, Medrese, Hamam ve pek çok tarihi konak hala ayakta duruyor.
Bu kentin Osmanlı'dan çıkmadan önceki son yılları
hakkında Türk ve Yunan kayıtlarında müthiş bilgiler var... Sosyal hayat,
siyasal yapı, mimari durum, ekonomi ve Makedonya sorunu hakkında araştırılsa
gün yüzüne çıkmamış bir bilgi deryasına girilir. Lakin onca kayıt kuyudatın
içinden en vurucu olanları, talihsiz bir Kesriyeli fotoğrafçı olan Leonidas
Papazoğlu'ndan kalan eserler olsa gerek...
1872'de Kesriye'de dünyaya gelen Papazoğlu, ailesi
ile birlikte İstanbul'a yerleştikten sonra fotoğrafçılığa merak sarıyor.
İstanbul'da öğrendiği bu sanatını, daha sonra memleketine taşıyıp kentin tek
fotoğrafçısı olarak hizmet veriyor. Doğal olarak bölgenin tüm dinamiklerini
fotoğraflama olanağı buluyor.
1918'de Dünya Savaşı başlarında dünyayı adeta perişan
eden İspanyol Gribine kurban olarak genç yaşta vefat eden Papazoğlu devasa
arşivi, evinde sahipsiz kaldı. Zamanın yıpratıcılığı bir tarafa, bölgede cama
ihtiyaç duyan her kes talihsiz fotoğrafçının arşivindeki cam negatiflere
dadandı. Hatta kilisenin fenerleri kırıldığında bu cam negatifler
kullanılıyordu.
Bu şekilde çok sayıda kıymetli eseri kaybolan
Papazoğlu'na bir darbe de 1993'te evini restore etmek isteyen kızından gelmiş.
Bir kamyon dolusu negatifi çöpe atılan Papazoğlu'ndan yaklaşık 2500 tanesini
son anda Yunanlı fotoğraf bilimci Yorgo Golombias kurtarmayı başardı.
Papazoğlu'nun fotoğrafları incelendiğinde, o dönem
birbiriyle kanlı bıçaklı olan kişilere hizmet ettiğini görüyoruz. Misal, kentin
Papazı olan ve daha sonra Makedonya'daki Bulgar – Rum nüfuz mücadelesinde Rum
çetelerini gizlice yönlendirdiği için Ruslar'ın baskısıyla uzaklaştırılarak
Amasya metropolitliğine atanan Germanyos'a ait fotoğrafları çektiği kadar onun
düşmanı Bulgar çetecilerin de fotoğraflarını çektiğini görüyoruz. Çektiği
fotoğraflar arasında Bulgar çetecilerin öldürdüğü bir Rum öğretmenin dehşet
verici görüntüsü de var üstelik!
Kentteki tüm dini cemaat liderlerine ait resimler
çeken Papazoğlu'nun Kesriye Müftüsü ve küçük kızını gösteren bir hayli ilginç
bir fotoğrafı da bulunuyor.
HELALLEŞME
Sayın Başbakanın meşhur balkon konuşmasından sonra
helalleşme modası başladı. Gerçi bazıları "hesaplaşmadan helalleşme
olmaz" diyorlar ama benim mizacım buna pek müsait değil... Savaş
baltalarını gömen tüm kavgadaşlarımla helalleşip yeni beyaz sayfa açmayı her
daim tercih ederim. Bu vesile ile ben de:
BİR: Derneklerimizi kişisel
siyasi amaçlarına basamak yapmak isteyen genç ve yaşlı tüm dinazorlara,
İKİ: Kültürümüze hizmet
etmekten başka hiçbir derdimiz olmadığı halde önümüzü kesmek için ellerinden
geleni yapan İrlandalı Mübadillere,
ÜÇ: Türk Milliyetçiliği ve
Atatürk ilkeleri konusunda yazdıklarımız ortadayken makasladıkları iki satırı
çarpıtan ve bunları üşenmeden her tarafa kusan zat-ı Ali'lere,
DÖRT: Bu camiaya tek kuruşluk
maddi ve manevi hayrı dokunmadıkları halde akıl vermeye bayılan çok bilmişlere,
BEŞ: Kendi aile tarihlerinden bihaber tatlı su
mübadillerine,
ALTI: Asla mikro milliyetçilik
yapmadığımız halde bizi kendileri gibi ırkçı zannederek önümüze engeller çıkartan
gizli kafatasçılara olan birikmiş haklarımı helal ediyorum.
OLDU DA BİTTİ
MAAŞALLAH!
Geçen hafta Tekkeköy Belediye reisimiz Hayati TEKİN
evlatlarını sünnet ettirdi. Düğün salonundaki sünnet töreninde yok yoktu:
Mevlüt okundu, ikramlar yapıldı, eğlence de eksik bırakılmadı. Başkan TEKİN ve
eşinin mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Her siyasi görüşten binlerce seveni de
başkanı yalnız bırakmadı.
Bizler de vazifemizi yapalım ve TEKİN çiftinin
evlatları Cantuğ ile Özgür'ü tebrik edelim. Başka mürrüvetlerini de görürüz
inşallah!
ALAÇAM
MÜBADELE MÜZESİ 24 TEMMUZ'DA AÇILACAK MI?
Alaçam Mübadele Müzesi bir iki rötuş dışında
hizmete hazır. İki yüzün üzerinde özgün parça müzeye yerleştirildi. Müzenin
açılışı için Lozan Anlaşmasının yıldönümü olan 24 temmuz tarihi düşünülüyor.
Elbette karar alınması için hükümetin kurulması, yeni kültür bakanının belli
olması ve öngörülen tarihi uygun bulması gerekiyor; ama düşünülen tarih 24
Temmuz...
Bu tarihin mübadelenin onaylandığı bir anlaşmanın
yıldönümü ile örtüşmesi elbette güzel; lakin benim minik bir endişem var. Malum
bu sene yazın yarısı ağustosta Ramazanla çakışıyor. Ahali de tatil için temmuz
ayını seçecek. Dolayısıyla açılış bir sönük kalabilir. Oysa eminim ki eylül
ayının ikinci yarısına ya da ekim başlarına bırakılırsa açılışa binlerce kişi
katılmak isteyecektir.
Bize düşen sadece hatırlatmak...
26.06.2011
/Mümin
BOZKURT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder