Ramazanın 10. günü... Hava çok sıcak...
Kahvehanenin denize bakan balkonunda Ali ile havadan sudan konuşuyor,
serinlemeye çalışıyoruz.
Mahallemizde, herkesin oruçlu olması ve hiçbir
içecek satılmamasına rağmen kahvehaneler ikindiden sonra açılırdı. Cemaatin bir
kısmı caminin bahçesine bir kısmı bu balkona gelir, muhabbete devam edilirdi.
Hatta Kış ramazanların da Kahveci bir şey satmamasına rahmen gelip oturanlar
için kahvehaneyi açık tutar sobasını gürül gürül yakar, Muhabbet sobanın
çevresinde devam ederdi.
Burası Ali'nin babasının kahvesiydi. Bayraktar
Yusuf Ağbi....Allah rahmet eylesin. Yusuf Abi hanımı Pembule ile bu balkonda
sesli sesli bir Muhabbete başlarlar. Tamamen Çingenece konuşurlardı. Bizler
tatlı tatlı onları izlerdik. Bize İngilizce Fransızca gibi gelir, dilin
akıcılığına imrenirdik.
Babam Çingeneceyi çok iyi bilmesine rahmen evimizde
Çingenece konuşmazdı. Çingeneceyi öğrenmemizi istemezdi. Bizlerin ancak asimile
olursak toplum tarafından kabul edilebileceğimizi düşünüyor, Bu yüzden Çingene
olarak görüntülenmekten mümkün olduğunca saklanmaya çalışıyorlardı . Nafile bir
caba olsa bile...
Sırtıma bir el dokundu...
-Metin Ağabey bu akşam sizinle bir maç yapalım mı?
-Bize bir takım çıkar, Müzisyenler takımına... Ben,
Yusuf, Aridin, Ömer,... bizim takım...
-Maksat eğlenmek... dedi, Erdinç.
Erdinç... Dünürümün oğlu... 35 yaşlarında iri yarı
yapıda... Klarnet ustası...
-Oğlum biz sizinle oynayamayız ki!.
-Bizim takım, hepsi 50 nin üzerinde!...
-Ramazan, ramazan bizim canımızı çıkarırsınız!...
derken Ali ye baktım.
Ali Almanyadan izine gelmiş çocukluk
arkadaşlarımdan; iri, boylu ve futbolu iyi biliyordu.
Ali, -Oynayalım dedi. Aridin'le oynamak güzel
olacak! -Tamam size bir takım yaparız ama çok gençler almayın da maç biraz
dengeli olsun...
...
Teravih'den sonra camiden çıkan insan selinde takım
arkadaşlarımı arıyor, gördüklerime sesleniyordum. İmam Ahmet Hoca da oynamak
istiyordu. Ben, Erdoğan, Ali, Faruk dayım, Berkan ve Ahmet Hoca'dan oluşan
takımımız hazırlanmaya gittik. Saha yakındı, giyinerek gidecektik. Eve geldim
orjinal Galatasaray formamı giydim altına sarı sort. Torunların spor
ayakkabısını da giydim... Boy aynasına baktım... Üfff.. Formalar çok
yakışmıştı. Yok!... Yok!... Daha çok gencim!
Hanımın "Bu yaştan sonra ne yapacan topu? Gel
çay içelim... Yaşlandın artık... 50 yaşında topmu olur?" mırmıntıları
içinde evden dışarı çıktım... Hep beraber sahaya yürümeye başladık. Kaç yıldır
top oynamamıştık. Takım olarak birbirimizin haline bakıyor gülüyorduk.
Faruk dayım, beyaz sakalları 10 numaralı forması
ile 59 yaşında genç golcümüz... -Goller senden dayı! Erdoğan 58 yaşında 140
kiloluk bir dev... Ahmet hoca 60 yaşında... Takım süperdi! Çok gülecektik!
Ahmet hoca camimize 5 yıl önce Havza'dan atanmıştı.
Gelirken çok tedirgin olduğunu, Çingeneler hakkında bir sürü olumsuz yorumlar
dinlediğini ancak bizi ve mahallemizi tanıdıkca çok sevdiğini ve beğendiğini
itiraf ediyordu, yıllar sonra... Cami cemaatımız çok kalabalıktı, Ahmet hoca
camimizde 2 yılı aşkın bir süre imamlık yaptıktan sonra emekli oldu . Ben bu
mahalleden, bu dostlarımdan ayrılmam dedi. mahalle yanında ev satın aldı,
günlerini bizlerle yaşamaya başladı . Kuran- Kerim i çok iyi okuyan, kıraatı
çok güzel olan Ahmet hocamız mahallede 30 kişiye Kuran okumayı öğretmişti. Ona
minnettardık ve çok seviyorduk. Şimdi yıllık izine ayrılan cami imamının yerine
gönüllü imamlık yapıyordu Ramazan boyunca.
/Metin
ÖZBASKICI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder