17 Ocak 2014 Cuma

Camilerimiz Ve Düşündürdükleri




İslam’ın en güzel yaşandığı ülkelerin başında gelen Türkiye’de dini konuların tartışılması, hatta konuşulması çok kolay değildir. Bu konuda görev ve sorumluluk üstlenmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri dahi zorunlu olmadıkça yorum yapmaktan kaçınırlar.
  
İnanan ve inançlarımızın gereklerini yerine getirmeye çalışan birisi olarak, bir konuda ki tespitlerimi ve görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
  
Sözünü ettiğim, cami yapımı konusunda yaşanan denetimsizliktir. Özellikle son yıllarda her türlü kontrolden uzak ve olması gereken asgari kurallar dahi hiçe sayılarak yapılan çok sayıda caminin görüntüsü, onların ulvi ve manevi anlamına hiç yakışmamaktadır.
  
Oysa İslam dünyasının en güzel camilerini yapmış bir milletiz. Atalarımızın yaptığı birer mimari şaheseri olan Süleymaniye, Sultanahmet, Selimiye ve Anadolu’da ki diğer camilerimiz Türkiye’ye gelen turistlerin en büyük ilgi odağı olmayı sürdürmektedir.

 Üzülerek söylemek gerekirse, inşaat sektörünün ve teknolojinin çok büyük aşamalar yaptığı ülkemizde, gecekondu anlayışı ile yapılan günümüz camilerinin çoğu, o şaheserler yanında gözleri ve vicdanları tırmalamaktadır.
   
Bu işin artık amacı dışına çıktığı, gerek yer seçimleri ve gerekse ihtiyaçlara öncelik verilmemesinden de anlaşılmaktadır. Amaç ibadet ise, ibadet edeceklerin sayısı ve yerleşim mekânları göz önüne alınarak camilerin yapılması gereklidir.  
  
Ancak şehirlerarası karayolları üzerinde ki akaryakıt istasyonları ve dizlenme tesislerinde dahi, son derece büyük ve her türlü mimari özelliklerden uzak camilerin yapılması hangi mantıkla bağdaşmaktadır?  
  
Kısa süreli konaklamaların yapıldığı, yerleşim yerlerinden uzak bu noktalarda, seyahat edenlerin ihtiyacını karşılayacak küçük ama çok daha güzel mescitlerle hem ibadet amacı yerine getirilmiş olur, hem de kaynak israfı önlenmiş olur diye düşünüyorum.

  
Bir başka yanlış da, aynı mahalle de birbirine çok yakım mesafelerde çok büyük camilerin yapılıyor olmasıdır. Cuma namazlarında dahi dolmayan, diğer günlerde ise, bir iki saf cemaatin namaz kıldığı büyük kapasiteli ve her türlü estetikten uzak camilerin yapımı, “Bizim ki daha büyük” inatlaşması ve gösterişinden başka bir şey değildir.
  
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Samsun-Bafra Karayolu üzerinde üniversite kavşağından Taflan’a kadar olan hat üzerinde birbiriyle yarışacak büyüklükte kaç tane cami yapıldığına bakmak yeterlidir.
  
Bir başka yanlış ise, bu camilerin alt katlarında oluşturulan ve camilerin manevi anlamıyla uyuşmaması bir yana, tam bir görüntü kirliliği yaratan ticarethanelerdir.
  
Bu tür camilerin yapımının yaygınlaşmaya başlaması, ibadet için mi? Yoksa hangi amaçla kullanıldıkları tartışılabilecek gelirler sağlamak için mi? yapılıyor sorularını akıllara getirmeye başlamıştır.
  
Bir ibadethane olarak topluma hizmet eden camilerin minarelerine, insan sağlığı açısından büyük riskler taşıdığı bilimsel olarak açıklanan baz istasyonlarının sırf gelir sağlamak amacı ile konuşlandırılmasını, nasıl açıklayabiliriz?
  
Yakın bir tarihte bir cenaze için gittiğim Çarşamba’da gördüğüm cami tam da anlattıklarımın somut bir örneğidir. Bilindiği gibi Çarşamba’nın ortasından geçen Yeşilırmak’ın üzerinde ki köprünün iki yakası arasında yıllardır bir rekabet olduğu söylenir. Bu rekabet son derece ilginç, ilginç olduğu kadar da düşündürücü bir boyuta ulaşmış.
  
Bu köprünün doğu yakasında Rıdvan Paşa adında çok büyük bir cami vardı. Çarşamba’da ki cenazeler de genellikle bu camiden kaldırılırdı. Son gittiğimde köprünün karşı yakasında çok daha büyük bir cami binasının yapıldığını gördüm. O günkü cenaze de bu yeni camiden ( Abdullah Paşa) kaldırılacaktı.

 Ne var ki, cami bölümü geniş bir alana oturan ve alt katları çarşı olan binanın üçüncü katı sayılabilecek kadar yüksek bir yerinde yapılmış. Cenaze namazı kılınan yer ise binanın terası veya balkonu sayılabilecek bir yerde. Cenaze namazı sonrası tabut omuzlarda dar bir koridor ve merdivenlerden aşağı indirilebiliyor. Hani, tam da “Karikatürlük” denecek bir örnek.
  
Geçtiğimiz günlerde özel aracımla İstanbul’dan Samsun’a dönerken bir tespitte bulundum. Cami konusunda ki bu yanlış örnekler üzülerek söylemek gerekirse, Karadeniz bölgesine yaklaştıkça artış gösteriyor.

Anadolu’nun merkezinde ki köylerimizde birbirinden uzak mesafelerde bir veya iki cami minaresi görünürken, Samsun’a yaklaştıkça aynı büyüklükte ki köylerde bu sayıların üçe beşe çıktığı görülüyor.
  
Bazı resmi istatistikî sayılar vererek bu bölümü noktalamak istiyorum. Türkiye’de ki okul sayısı 67000, cami sayısı 85000’dir. Cami yaptırma derneği sayısı ise 35000’e ulaşmıştır.

 1.3 katrilyonluk bütçesi ile çok önemli bakanlıkları geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın artık tabuları yıkarak, bu konudaki yanlışa dur demesi ve bu işin bir plana ve ihtiyaca göre yapılamasını denetim altına alması gereklidir.

 Halkımızın ibadetini yerine getireceği camiler tabii ki yapılmalıdır. Ama amacı dışına çıkmayan ve ticari amaçların hedeflenmediği, gelecek kuşaklara örnek olarak bırakabileceğimiz, dinimize ve insanımıza yakışacak mimari güzellikte camiler yapılması şartıyla..
/Sadi SUBAŞI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder