15 Mayıs 2010 Cumartesi

Samsun Basınından Anılar


Adem Bilir, bende derin bir yaradır; o benim için bir gazeteciden öte bir dost, bir kardeş ve bir hicrandı; olabileceği kadar olmayan, olmamakta direnen o insana hala yanarım. Nihat Dalay da, Nazif Demirel de ne yazık ki, kabiliyetleri ve kaliteleriyle hak ettikleri yerde hiç olmadılar; olmak istediler mi, bilmiyorum, pek de sanmıyorum. İsyanları, kırgınlıkları vardı ama onların hüznü ve isyanı kendilerinden değil, toplumun dertlerinden kaynaklanıyor ve sadece ondan besleniyordu. 


Biz Nazif Demirel’de takılıp kalmıştık, Sevgili Necmi Hatipoğlu “babamın arkadaşı” diyerek hem Samsun basınının o saçı gibi kendisi de isyankar yazarı Nihat Dalay’ı hem de hayatı bir fırtına hızında ve hiddetinde yaşayan ve sahilleri döve döve yorulan ve sonra kumsalda sessizce kaybolan dalgalar misali yorgunluğunu ailesinin kucağında dinlendiren onun babası, bizim arkadaşımız ve ağabeyimiz İsmet Hatipoğlu’nu hatırlattı.

Sadece Nihat Dalay ve İsmet Hatipoğlu mu, bu camianın şu kısa tarihinde kaybettiklerimiz ve kendi hay huyumuz arasında unutup gittiklerimiz?.. İlter Nur’dan Adem Bilir’e, Mete Günay’dan Bahri Altay’a, Ertuğrul Veyisoğlu’na bir dostlar mezarlığı vardır onları tanıyan her gazetecinin kalbinin bir köşesinde.

Profesyonel gazetecilik sürecinde galiba ilk kaybımız, daha doğrusu benim bildiğim ilk kayıp Hürriyet Haber Ajansı’nın o güler yüzlü, dost canlısı büro şefi Mete Günay’dır. Ankara’dan gelmişti Samsun’a bir karlı kış gününde Ankara’ya taşınırken Elmadağı’nda geçirdiği trafik kazasında kaybetti hayatını.

O sarı ve düşük bıyıkları, krem rengi pardösüsü ve yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle hatırlarım, önce Hürriyet Haber Ajansı, daha sonra Milliyet Heber Ajansı'nda çalışan ve genç yaşta vefat eden başarılı foto muhabiri Ertuğrul Veyisoğlu’nu.

Adem Bilir, bende derin bir yaradır; o benim için bir gazeteciden öte bir dost, bir kardeş ve bir hicrandı; olabileceği kadar olmayan, olmamakta direnen o insana hala yanarım. Nihat Dalay da, Nazif Demirel de ne yazık ki, kabiliyetleri ve kaliteleriyle hak ettikleri yerde hiç olmadılar; olmak istediler mi, bilmiyorum, pek de sanmıyorum. İsyanları, kırgınlıkları vardı ama onların hüznü ve isyanı kendilerinden değil, toplumun dertlerinden kaynaklanıyor ve sadece ondan besleniyordu.

İsmet Hatipoğlu ve Erdal Çetin’i yazmayacağım, zira daha önce, ölümlerini duyduğum ve acılarının en yoğun olduğu anda yazdım; bir daha aynı yazıyı yazamamaktan korkuyorum.

Orhan Üçler hem doğma büyüme Samsunlu hem de çekirdekten gazeteci değildi. Samsun’a Amerikan Radar Üssü’nde çalışmak için gelmiş; önce sendikacı, sonra da gazeteci olmuştu. O güne kadar kazandığı her kuruşu Hürsöz gazetesinde batırdı, geriye para pul bırakmadı ama onurlu hatıralar bıraktı.

Avni Kaynar’dan Selahattin Şahinkaya’ya, Mehmet Egeli’den Bahri Altay’a, İhsan Tanyeri’den Abdullah Uyaroğlu’na, Ağaların Ağası Ethem Ağa’dan, Türk Haberlerin şimdi soyadını unuttuğum o beyefendi muhabiri Uğur’a, Salih Güvenli’ye kadar kaybettiklerimizin listesi her geçen gün biraz daha kabarıyor.

Bir değişmez ve ilahi kaderdir bu; gelen gidecektir. Gitmeye direnmek değildir yapmamız gereken... İyi, güzel ve doğru eserler bırakabilmek ve sevgiyle, saygıyla anılabilmektir.      
/ Osman KARA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder